Türkiye son iki yıldır dolar ve avro'nun artışı ile adeta cendereye alınmak isteniyor. Ekonomi iyiye gitmiyor ve sürekli birileri paralarına para katarak adeta devlete kafa tutuyorlar.
Ülkeyi yönetenlerin ve ekonomi kurmaylarının sık sık şikâyet ettiği 'faiz lobisi' adeta son 10 yıldır altın çağını yaşıyor. 2017 yılında bankaların karları tavan yaptı. Maliye Bakanlığı, 2018 yılının ilk 3 ayında faiz giderlerini 22.3 milyar TL olarak açıkladı. 2002’den, 2018'den bu yana faize ve dolayısıyla faiz lobisine 708 milyar TL ödendi.
Evet, IMF'ye olan 23 milyar dolar borcumuzu ödedik. Ancak Türkiye'nin 859 milyar TL iç ve dış borcunun var olduğunu da unutmamak lazım.
Dış ticaret açığımız 77 milyar dolar. Tüm bu ekonomik verilerin ışığında sırf, “AB'ye gireceğiz” diyerek 'uyum yasaları' adı altında bize dayatılan ekonomi politikası kapsamında Türkiye, Tarım ve Hayvancılık politikasında da bir cendereye alındı.
Ekonominin can damarı birçok devasa yatırımlar, ekonomik sıkıntıdan dolayı satılmak zorunda bırakıldı. Tüm bu ekonomik olumsuzluklar karşısında, bir de dövizlerdeki artışlar ülkemizi iyice sıkıntıya sokuyor.
17 - 25 Aralık sürecinden başlayarak 15 Temmuz FETÖ / Küresel Sermaye Anonim Ortaklığı ile yapılmak istenen hain darbe girişiminin altında yatan esas neden de, Türkiye'yi ekonomik bir alanda darboğaza sokarak, seçimle gelen meşru bir hükümeti alaşağı etmek idi. Yine Rıza Zarrap ve Halkbank olayı üzerinden de Türkiye ekonomik bir cezai müeyyide ile de karşı karşıya getirilmek isteniyor.
Geçtiğimiz aylarda Türkiye'ye bir ziyaret gerçekleştiren ABD Dışişleri Bakanı olan ve geçenlerde bu görevinden alınan Rex TİLLERSON’un Türkiye ziyaretinin neyi kapsadığını henüz bilmiyoruz. Ancak bildiğimiz bu ziyaretin hemen akabinde Türkiye ile ABD arasında PYD-PKK ve 15 Temmuz FETO darbe girişiminde dolaylı ilgisi yüzden limoni olan dış politikasında 360 derecelik bir dönüş oldu ve Türkiye yeniden Amerikan politikalarına teslim oldu.
Tüm bunlara rağmen hala Türkiye'de ekonomi yönetiminin başındaki muhatapların bundan ders çıkarmaması da ayrıca bir garabettir.
Maliye Bakanı ve Ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısının ısrarla, “Türk Lirasının Dolar karşısında yaşadığı değer kaybının Türkiye ekonomisi açısından bir önemi yok” sözü acaba geçerli mi yoksa bir çaresizliğin sonucu söylenmiş ifadeler midir, bunu da sorgulamak gerekiyor.
Çünkü ‘görünen köy kılavuz istemez’. Sadece özel sektörün bu sene ödemesi gereken yaklaşık dış borç tutarı 180 milyar dolar. Yine doların yükselmesi ve kur artışları birçok kamu kurum ve kuruluşlarına da doğrudan zarar vermektedir. Zira Kamu Özel İşbirliği (KÖİ) kapsamında yaptırılan köprü, otoyol, şehir hastaneleri, havaalanları vb. işlerin tamamında devletin ödemeyi taahhüt ettiği para Dolar veya Avro cinsindendir.
Dolayısıyla döviz kurlarındaki artış, beraberinde de Merkez Bankasının faiz artırımına gitmesini kaçınılmaz kılacaktır. Yine dövizdeki artışlar, ekonominin adeta 'lokomotifi' konumunda olan inşaat sektörü başta olmak üzere ve buna paralel olarak yürüyen daha birçok sektörlerde boy gösteren büyük ve küçük ölçekli firma ve şirketlerin bundan etkilenmesi kaçınılmaz olacaktır. Dövizdeki bu artış ve kur farkının handikaplarından biri de, Türkiye'de iş yapan yerli ve yabancı şirketlerin yatırımlarını durdurması beraberinde getirmesidir. Zira güvensizliğin olduğu bir ortamda hiç bir şirket riske girmez ve yatırımları kısar. Bu durum işsizlik oranının artması demektir. Bugün TÜİK'in açıkladığı resmi işsizlik oranı % 11 civarında olmakla birlikte, resmi olmayan verilere göre % 13 ila 15 arasında. Son aylardaki döviz artışı işsizlik oranını daha da artırıyor.
Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın sık sık dolar artışının arkasında faiz lobisinin olduğunu ima etmesi ve faiz artışından duyduğu rahatsızlığı dile getirmesinin arka planında kendi ekonomi kurmaylarının milli bir politika izleyememesinin veya izlememesinden ötürü verdiği rahatsızlıktan dolayı olmuş olabilir.
Zira son aylarda Cumhurbaşkanı Erdoğan, Milli Ekonomi politikası olan ve geleneğinden geldiği 'Milli Görüş Ekonomi Modeli'ni uygulamak istiyor. Bu maksatla son günlerde Milli Görüş lideri merhum Necmettin Erbakan'ın sürekli gündeme getirdiği 'Altın ile alışveriş ve Altın ile takas' modelini gündeme getirmeye başladı.
Erdoğan İstanbul'da düzenlenen 'Global Girişimcilik Kongresinde' yaptığı konuşmada, “Biz dolarla sürekli olarak baskı altında kalıyoruz. Devletleri bu kur baskısından kurtarmamız lazım. Bunun için uluslararası alandaki borçlanmalar Altın ile olsun” diyerek uluslararası küresel emperyalizm ve onun küresel şirketlerinin Afrika ve Asya gibi kıtalarda sömürü sistemlerinin yanlışlığının altını çizdi.
Yine Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yıllardır rahatsızlık duyduğu bir başka konuda Merkez Bankasının yapısı ve milli bir para politikasını yürütemiyor olmasıdır.
Her ne kadar Merkez Bankamızın başında Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası yazıyorsa da yıllarca uyguladıkları yanlış kur politikaları ile tıpkı ABD'nin Amerikan Federal Rezerv Bankası 'FED' gibi uluslararası küresel bazı yapıların kontrolü altında yönetilmek isteniyor. Derviş-Fischer modeli.
Umarız artık Türkiye üzerinde oynanan ekonomik ve siyasî oyunların farkına vararak, yeniden 'Milli ekonomi modeli ve Şahsiyetli dış politikasına' dönerek tüm oyunları bozar.
Zira Türkiye her yerden ve her yönden kuşatılmak isteniyor. ABD ve diğer Emperyal güçlerin İran ve Türkiye'ye dönük ekonomik operasyonları artarak devam ediyor. Amerikada devam eden Rıza Zarrap dosyası üzerinden hem Türkiye ve hemde İran sıkıştırılmak isteniyor.
Türkiye stratejisini buna göre belirlemelidir.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin son günlerde sıkça erken seçimi dillendirmesinin arkasında Türkiye'nin ekonomik bir darboğaza gireceğinin tüyosunu almasından kaynaklanıyor olabilir. Zira ekonomik bir darboğaz, Türkiye'nin başta olmak üzere AK Parti ve hemde MHP ittifakının işine gelmez.
Şemsettin KAYA
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
Şemsettin Kaya
Milli ekonomi modeline dönme vakti
Türkiye son iki yıldır dolar ve avro'nun artışı ile adeta cendereye alınmak isteniyor. Ekonomi iyiye gitmiyor ve sürekli birileri paralarına para katarak adeta devlete kafa tutuyorlar.
Ülkeyi yönetenlerin ve ekonomi kurmaylarının sık sık şikâyet ettiği 'faiz lobisi' adeta son 10 yıldır altın çağını yaşıyor. 2017 yılında bankaların karları tavan yaptı. Maliye Bakanlığı, 2018 yılının ilk 3 ayında faiz giderlerini 22.3 milyar TL olarak açıkladı. 2002’den, 2018'den bu yana faize ve dolayısıyla faiz lobisine 708 milyar TL ödendi.
Evet, IMF'ye olan 23 milyar dolar borcumuzu ödedik. Ancak Türkiye'nin 859 milyar TL iç ve dış borcunun var olduğunu da unutmamak lazım.
Dış ticaret açığımız 77 milyar dolar. Tüm bu ekonomik verilerin ışığında sırf, “AB'ye gireceğiz” diyerek 'uyum yasaları' adı altında bize dayatılan ekonomi politikası kapsamında Türkiye, Tarım ve Hayvancılık politikasında da bir cendereye alındı.
Ekonominin can damarı birçok devasa yatırımlar, ekonomik sıkıntıdan dolayı satılmak zorunda bırakıldı. Tüm bu ekonomik olumsuzluklar karşısında, bir de dövizlerdeki artışlar ülkemizi iyice sıkıntıya sokuyor.
17 - 25 Aralık sürecinden başlayarak 15 Temmuz FETÖ / Küresel Sermaye Anonim Ortaklığı ile yapılmak istenen hain darbe girişiminin altında yatan esas neden de, Türkiye'yi ekonomik bir alanda darboğaza sokarak, seçimle gelen meşru bir hükümeti alaşağı etmek idi. Yine Rıza Zarrap ve Halkbank olayı üzerinden de Türkiye ekonomik bir cezai müeyyide ile de karşı karşıya getirilmek isteniyor.
Geçtiğimiz aylarda Türkiye'ye bir ziyaret gerçekleştiren ABD Dışişleri Bakanı olan ve geçenlerde bu görevinden alınan Rex TİLLERSON’un Türkiye ziyaretinin neyi kapsadığını henüz bilmiyoruz. Ancak bildiğimiz bu ziyaretin hemen akabinde Türkiye ile ABD arasında PYD-PKK ve 15 Temmuz FETO darbe girişiminde dolaylı ilgisi yüzden limoni olan dış politikasında 360 derecelik bir dönüş oldu ve Türkiye yeniden Amerikan politikalarına teslim oldu.
Tüm bunlara rağmen hala Türkiye'de ekonomi yönetiminin başındaki muhatapların bundan ders çıkarmaması da ayrıca bir garabettir.
Maliye Bakanı ve Ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısının ısrarla, “Türk Lirasının Dolar karşısında yaşadığı değer kaybının Türkiye ekonomisi açısından bir önemi yok” sözü acaba geçerli mi yoksa bir çaresizliğin sonucu söylenmiş ifadeler midir, bunu da sorgulamak gerekiyor.
Çünkü ‘görünen köy kılavuz istemez’. Sadece özel sektörün bu sene ödemesi gereken yaklaşık dış borç tutarı 180 milyar dolar. Yine doların yükselmesi ve kur artışları birçok kamu kurum ve kuruluşlarına da doğrudan zarar vermektedir. Zira Kamu Özel İşbirliği (KÖİ) kapsamında yaptırılan köprü, otoyol, şehir hastaneleri, havaalanları vb. işlerin tamamında devletin ödemeyi taahhüt ettiği para Dolar veya Avro cinsindendir.
Dolayısıyla döviz kurlarındaki artış, beraberinde de Merkez Bankasının faiz artırımına gitmesini kaçınılmaz kılacaktır. Yine dövizdeki artışlar, ekonominin adeta 'lokomotifi' konumunda olan inşaat sektörü başta olmak üzere ve buna paralel olarak yürüyen daha birçok sektörlerde boy gösteren büyük ve küçük ölçekli firma ve şirketlerin bundan etkilenmesi kaçınılmaz olacaktır. Dövizdeki bu artış ve kur farkının handikaplarından biri de, Türkiye'de iş yapan yerli ve yabancı şirketlerin yatırımlarını durdurması beraberinde getirmesidir. Zira güvensizliğin olduğu bir ortamda hiç bir şirket riske girmez ve yatırımları kısar. Bu durum işsizlik oranının artması demektir. Bugün TÜİK'in açıkladığı resmi işsizlik oranı % 11 civarında olmakla birlikte, resmi olmayan verilere göre % 13 ila 15 arasında. Son aylardaki döviz artışı işsizlik oranını daha da artırıyor.
Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın sık sık dolar artışının arkasında faiz lobisinin olduğunu ima etmesi ve faiz artışından duyduğu rahatsızlığı dile getirmesinin arka planında kendi ekonomi kurmaylarının milli bir politika izleyememesinin veya izlememesinden ötürü verdiği rahatsızlıktan dolayı olmuş olabilir.
Zira son aylarda Cumhurbaşkanı Erdoğan, Milli Ekonomi politikası olan ve geleneğinden geldiği 'Milli Görüş Ekonomi Modeli'ni uygulamak istiyor. Bu maksatla son günlerde Milli Görüş lideri merhum Necmettin Erbakan'ın sürekli gündeme getirdiği 'Altın ile alışveriş ve Altın ile takas' modelini gündeme getirmeye başladı.
Erdoğan İstanbul'da düzenlenen 'Global Girişimcilik Kongresinde' yaptığı konuşmada, “Biz dolarla sürekli olarak baskı altında kalıyoruz. Devletleri bu kur baskısından kurtarmamız lazım. Bunun için uluslararası alandaki borçlanmalar Altın ile olsun” diyerek uluslararası küresel emperyalizm ve onun küresel şirketlerinin Afrika ve Asya gibi kıtalarda sömürü sistemlerinin yanlışlığının altını çizdi.
Yine Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yıllardır rahatsızlık duyduğu bir başka konuda Merkez Bankasının yapısı ve milli bir para politikasını yürütemiyor olmasıdır.
Her ne kadar Merkez Bankamızın başında Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası yazıyorsa da yıllarca uyguladıkları yanlış kur politikaları ile tıpkı ABD'nin Amerikan Federal Rezerv Bankası 'FED' gibi uluslararası küresel bazı yapıların kontrolü altında yönetilmek isteniyor. Derviş-Fischer modeli.
Umarız artık Türkiye üzerinde oynanan ekonomik ve siyasî oyunların farkına vararak, yeniden 'Milli ekonomi modeli ve Şahsiyetli dış politikasına' dönerek tüm oyunları bozar.
Zira Türkiye her yerden ve her yönden kuşatılmak isteniyor. ABD ve diğer Emperyal güçlerin İran ve Türkiye'ye dönük ekonomik operasyonları artarak devam ediyor. Amerikada devam eden Rıza Zarrap dosyası üzerinden hem Türkiye ve hemde İran sıkıştırılmak isteniyor.
Türkiye stratejisini buna göre belirlemelidir.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin son günlerde sıkça erken seçimi dillendirmesinin arkasında Türkiye'nin ekonomik bir darboğaza gireceğinin tüyosunu almasından kaynaklanıyor olabilir. Zira ekonomik bir darboğaz, Türkiye'nin başta olmak üzere AK Parti ve hemde MHP ittifakının işine gelmez.
Şemsettin KAYA