Filistin sorunu İslam dünyasının olduğu gibi, dünyanın da en büyük sorunlarından birisidir. "Filistin sorunu" bütün "sorunların anası"dır. Öylesine doğrudan ve dolaylı etkileri var ki, bu sorun köklü bir biçimde çözülmedikçe ne bölgenin tamamı istikrara kavuşur, ne de artık her şeyin birbiri içine girdiği küresel dünyada barış ve huzur sağlanır. Filistin sorunu Birinci dünya savaşının sonunda yıkılan Osmanlı cihan devletinin sahip olduğu toprakların emperyalist devletlerce işgalinden sonra başlamıştır.
Filistin topraklarının ingilizlerce işgal edilmesiyle birlikte, Siyonizm'in en büyük hayali olan İsrail devletinin kurulması çabaları da ivme kazanmıştır.
İngilizler, üçüncü bir ulus olarak, bir halka (Müslüman Filistinlilere) ait toprakları binlerce senedir dünyanın çeşitli yerlerinde yaşayan dağınık bir kavme (Yahudiler) verdiler. Gerek İngilizlerin gerekse İsrail'i tasarlayan Siyonistlerin bakış açısından Filistin toprakları üzerinde yaşayanların herhangi bir önemi; dolayısıyla kaale alınmaya değer hakları yoktu. Çünkü onlara göre "İnsansız topraklar, topraksız bir ulusa" verilmeliydi.
Yahudiler, diyasporada yaşayan bir ulustu, toprakları yoktu, onlara göre, Filistin üzerinde "halk veya ulus" tanımı kazanmayı hak edecek insanlar yaşamıyordu. Bu durumda tahrif edilmiş Tevrat'ın da referanslarından hareketle bu "insansız topraklar"ın toprak arayışındaki "Yahudi ulusu"na verilmesinden başka daha doğal ne olabilirdi ki? Siyonist Yahudiler, öncelikle silahlı terör örgütleri kurarak Filistin halkını terör eylemleriyle yıldırıp bir kısmını göç ettirerek yavaş yavaş işgal etmeye başlamışlardır. Bu çabalar, ikinci dünya savaşında Faşist Hitler yönetiminin Yahudilere uyguladığı zulümlerle birlikte fiiliyata dönüşmüş ve bu savaş sonunda Almanya başta olmak üzere Rusya ve dünyanın diğer ülkelerindeki Yahudiler Filistine göç ettirilerek 1948 yılında Siyonist İsrail devleti kurulmuştur.
İsrail Devleti'nin kuruluşuna giden yolu açan ünlü Balfour Deklarasyonu 2 Kasım 1917 tarihinde Birleşik Krallık Dış İşleri Bakanı Arthur James Balfour tarafından Lord Walter Rotschild'e hitaben yazılan bir mektuptu. Mektupta şu ifadelere yer veriliyordu:
"Majestelerinin Hükümeti adına size bildirmekten mutluluk duyarım ki, Yahudi Siyonist emellere sempatiyi belirten ekteki deklarasyon kabineye sunulmuş ve kabul edilmiştir. Majestelerinin Hükümeti, Filistin’de Yahudiler için bir milli yurt kurulmasını uygun görmekte olup bu hedefin gerçekleştirilmesini kolaylaştırmak için elinden gelenin en iyisini yapacaktır. Şurası açıkça anlaşılmalıdır ki, Filistin’deki Yahudi olmayan toplumların sivil ve dini haklarına ve Yahudilerin diğer ülkelerde sahip oldukları hak ve politik statülerine halel getirebilecek hiç bir şey yapılmayacaktır. Bu deklarasyonu, Siyonist Organizasyonun bilgisine sunarsanız müteşekkir olurum."
Siyonist İsrail'in kurulmasıyla birlikte İsrail, terör, tedhiş, etnik arındırma, sindirme, baskı ve başka yollarla 2,5 milyon Filistinliyi kendi vatanlarından sürmüş, onları sağda solda mülteci kamplarında yaşamaya mecbur etmiştir. İsrail kesintisiz olarak dünyanın her bölgesinde yaşayan Yahudileri İsrail'e getirtmekte ve bunlara Filistinlilerin toprakları üzerinde yerleşim alanları açıp yerleştirmektedir. Yerleşimcilerin sayısı arttıkça ve yerleşim alanları genişledikçe Filistinliler biraz daha toprak kaybına uğramaktadırlar ki, özellikle bugün işgal altındaki Batı Şeria'nın başına gelen budur.
Dışarıdan gelen yerleşimciler Filistinlilerin topraklarını işgal etmekle kalmıyorlar, zeytinliklerini, bağ-bahçelerini, evlerini ve mal varlıklarını gasbediyorlar.
Batı Şeria bölgesini adeta bnir açık hava hapishanesine dönüştüren siyonist terör devleti, aynı şekilde Tek bağımsız Filistin toprakları olan Gazzeyi de karadan denizden ve havadan sürekli abluka altına alarak havasız, susuz, yaşanmaz bir hale getirmeye çalışmaktadır.
Maalesef bu katliamlara rağmen BM başta olmak üzere Siyonist İsrail'in hamiliğini yapan ABD, İngiltere, batı dünyası ve diğer devletler, olayları seyretmekte ve adeta İsrail'i bu katliamlarında teşvik etmektedirler. Birbirlerinden kopuk, yönetimleri dışa bağımlı olan sözde İslam ülkelerinin büyük bölümü ise saldırı ve katliamları seyretmekte, hatta Siyonizm'in ve ABD'nindesteği ile darbe yapıp yönetimi ele geçiren Çağdaş Firavun Sisinin başında olduğu Mısır ve yine Siyonizm ve ABD'nin uşaklığını yapan Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri zımnen İsrail'e destek vermektedirler.
Türkiye başta olmak üzere Pakistan, Malezya Endonezya gibi ülkelerin Filistin halkının mücadelesine desteği ise maalesaef Siyonist İsrail’in bu konuda geri adım atmasına yetmemektedir.
Filistin Sorunun başında Kudüs'ün statüsü meselesi gelmektedir. İsrail, açık bir dille Kudüs'ü İsrail'in "ebedî başkenti" ilan etmekle, her üç din için kutsal olan bu tarihî şehri hiç kimse ile paylaşmaya niyetli olmadığını açıklamış bulunmaktadır.
Filistin sorununun belki de çözüm ihtimali neredeyse sıfır olan boyutu Mescid-i Aksa konusudur. Yahudiler, her ne pahasına olursa olsun Süleyman Mabedi'ni yeniden inşa etme kararındadırlar. Mabedin inşa edilebilmesi için Mescid-i Aksa'nın yıkılması gerekir. Bunun için de Mescid-i Aksanın 1,5 km. yakınında tünel kazarak sözde tarihi alanda tadilat ve restorasyon çalışmaları bahanesiyle mescid-i aksaya adım adım yaklaşmaktadırlar.
Hatta zaman zaman tahriklerde bulunarak islam'ın bu kutsal mekanını işgal etmeye kalkmaktadırlar. Ne dindar Yahudiler ne Siyonistler bu projeden taviz vermeyi düşünmüyorlar. İdrak ettiğimiz Mübarek Ramazan ayı boyunca Siyonistler heme hergün Mescid-i Aksa’ya ve burada ibadet eden Müslüman Filistinlilere hayasızca ve insanlık dışı tavırlarıyla saldırdılar.
Mescid-i Aksa ve çevresinde siyonist askerlerce Müslümanlara ve kutsallarına yapılan silahlı saldırıları utanmadan, sıkılmadan ağlam duvarında toplayarak bir şenlik havasında kutlamaktan çekinmediler. Üstelik Siyonist İsrail Devlet televizyonu bu utanmazlığı ve azgınlığı canlı yayınlayarak vahşi yüzlerini bir kez daha ortaya koydu.
Bütün bu insanlık dışı ve hayasızca saldırılara rağmen Müslüman Filistin halkı, Gazzeliler imkansızlıklarına rağmen destansı bir mücadele vererek siyonist İsrail’e direnmeye devam ediyorlar. İslam Dünyası ise, Türkiye, İran, Pakistan, Malezya ve Endonezya dışında adeta sessizliğe gömülmüş durumdadır. Türkiye’nin yoğun diplomatik çabaları ile gerek İslam Dünyası ve gerekse (mümkün olmamakla birlikte) dünya ülkelerinin İsrail’in zülüm ve katliamlarının durdurulması hususunda adım atmalarının sağlanmasına çalışılmaktadır.
Çağdaş Demokratik rejimlere sahip olmakla övünen, sürekli insan hakları ve demokrasiden dem vuran ABD AB ve BM gibi kuruluşlar söz konusu İslam ve Müslümanlar olduğu zaman adeta dut yemiş bülbüle dönüyorlar. Ya da üç maymunu oynuyorlar. Hatta ABD İsrail’in bu zulüm ve katliamlarına rağmen Siyonistlere açıkça destek veriyor. AB ülkeleri ise ne hazindir ki Müslüman Filistinlilerin destansı direnişleri ve Gazzet’den İsrail’in önemli kentlerine atılan füzelerin siyonistlerde yol açtığı korku ve telaştan sonra endişe duyduklarını ifade ederek “ Ne Şiş Yansın, Ne de Kebap” mukabilinde bir tepki verdiler. Yani İsrail’in güvenliği huzuru ve güvenliği tehlikeye düşünce endişelerini dile getirdiler. Bu iki yüzlü riyakar batılılar, Gazze bombalanırken, Mescid-i Aksa ve Filistinlilere saldırılırken hiç ama hiç seslerini çıkartmadılar.
İslam ülkelerinin sessizliği bu iki yüzlü riyakar batılılar ve eemperyalistlerden daha acıdır. Utanç vericidir. Unutmasınlar ki Kudus Mekke’dir, Medinedir, Şam’dır, Bağdat’tı, Tahran’dır, İstanbul’dur. Kudüs ve Mescid-i Aksa giderse, Kabe gider, Mescid- Nebevi gider, Ayasofya gider.
Filistin’in, Gazze’nin Kudüs’ün Mescid-i Aksa’nın kurtuluşu bütün olumsuzluk ve ümitsiliklere rağmen öncelikle İslam dünyası ve Müslümanların kendi aralarındaki meseleleri, ihtilafları ve ayrılıkları ne pahasına olursa olsun çözümleyip, uzun vadede gerek eknomik, gerek siyasi, gerek askeri, gerek, kültürel ve gerekse bilimsel ve teknolojik alanlarda var olan kaynaklarını ve enerjilerini birleştirip öncelikle D-8 ve İslam İşbirliği Teşkilatını işler hale getirip, uzun vadede de İslam Birliğini kurmaları ile mümkün olabilecektir.
Hiç kimse mazeret üretmesin. Bu hayaldir, olması mümkün değildir gibi Müslümanları umutsuzluk ve yeise sürüklemesin. Kısa vadede bu belki zor ve imkansız görünse de uzun vadede elbette gerçekleştirilebilecek bir idealdir. İnançtır. Zaten Müslümanlıkta Yeis (ümitsizlik) küfürle eş değerdedir. Ümitsizlik Müslümanlığa yakışmaz. Tarih boyunca zaman zaman hak zaman zaman küfür galip gelmiştir. Şimdi ise zahiren Küfür üstün durumdadır. Adeta bu üstünlüğü zirveye ulaşmıştır. Ancak her zirvenin de bir inişi olacaktır. Unutmayalım ki Karanlığın en koyu olduğu an, aydınlığın en yakın olduğu zamandır.
Müslümanlar olarak gerek Filistin’in kurtuluşu ve gerekse diğer coğrafyalardaki müslümanlar ve ezilen sömürülen ancak Müslüman olmayan diğer insanların kurtuluşu için
Irkçılığı, kavmiyetçiliği, etnik milliyetçiliği, ihtilafı bir kenara bırakarak adaleti, meşvereti, liyakati, güzel ahlakı esas alarak, bilim ve teknolojiye, kültüre, sanata önem ve değer verip, kendi ekonomik, siyasi, askeri düzenimiz kurarak savunma sanayimizi başta olmak üzere yazılım aşı, tohum gibi stratejik ihtiyaçlarımızı kendi imkanlarımızı birleştirip gidererek Siyonizm’in ve emperyalist batılılıların tahakkümünden kurtularak zincirlerimizi kırarız Allah’ın izniyle. Klal dı ki Türkiye’nin son yıllarda savunma sanayinde gerçekleştirdiği atılımlar ile İran’ın ambargo boyunca geliştirdiği silahlar ve nükleer çalışmalar buna örnektir.
“Gerçekten onlar, tuzaklarını kurdular; Allah katında da onlara tuzak var; isterse onların tuzakları dağları yerinden oynatacak olsun!” İbrahim suresi 46. Ayet
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
Nureddin KAYA
FİLİSTİN, KUDÜS VE MESCİD-İ AKSA
Filistin sorunu İslam dünyasının olduğu gibi, dünyanın da en büyük sorunlarından birisidir. "Filistin sorunu" bütün "sorunların anası"dır. Öylesine doğrudan ve dolaylı etkileri var ki, bu sorun köklü bir biçimde çözülmedikçe ne bölgenin tamamı istikrara kavuşur, ne de artık her şeyin birbiri içine girdiği küresel dünyada barış ve huzur sağlanır. Filistin sorunu Birinci dünya savaşının sonunda yıkılan Osmanlı cihan devletinin sahip olduğu toprakların emperyalist devletlerce işgalinden sonra başlamıştır.
Filistin topraklarının ingilizlerce işgal edilmesiyle birlikte, Siyonizm'in en büyük hayali olan İsrail devletinin kurulması çabaları da ivme kazanmıştır.
İngilizler, üçüncü bir ulus olarak, bir halka (Müslüman Filistinlilere) ait toprakları binlerce senedir dünyanın çeşitli yerlerinde yaşayan dağınık bir kavme (Yahudiler) verdiler. Gerek İngilizlerin gerekse İsrail'i tasarlayan Siyonistlerin bakış açısından Filistin toprakları üzerinde yaşayanların herhangi bir önemi; dolayısıyla kaale alınmaya değer hakları yoktu. Çünkü onlara göre "İnsansız topraklar, topraksız bir ulusa" verilmeliydi.
Yahudiler, diyasporada yaşayan bir ulustu, toprakları yoktu, onlara göre, Filistin üzerinde "halk veya ulus" tanımı kazanmayı hak edecek insanlar yaşamıyordu. Bu durumda tahrif edilmiş Tevrat'ın da referanslarından hareketle bu "insansız topraklar"ın toprak arayışındaki "Yahudi ulusu"na verilmesinden başka daha doğal ne olabilirdi ki? Siyonist Yahudiler, öncelikle silahlı terör örgütleri kurarak Filistin halkını terör eylemleriyle yıldırıp bir kısmını göç ettirerek yavaş yavaş işgal etmeye başlamışlardır. Bu çabalar, ikinci dünya savaşında Faşist Hitler yönetiminin Yahudilere uyguladığı zulümlerle birlikte fiiliyata dönüşmüş ve bu savaş sonunda Almanya başta olmak üzere Rusya ve dünyanın diğer ülkelerindeki Yahudiler Filistine göç ettirilerek 1948 yılında Siyonist İsrail devleti kurulmuştur.
İsrail Devleti'nin kuruluşuna giden yolu açan ünlü Balfour Deklarasyonu 2 Kasım 1917 tarihinde Birleşik Krallık Dış İşleri Bakanı Arthur James Balfour tarafından Lord Walter Rotschild'e hitaben yazılan bir mektuptu. Mektupta şu ifadelere yer veriliyordu:
"Majestelerinin Hükümeti adına size bildirmekten mutluluk duyarım ki, Yahudi Siyonist emellere sempatiyi belirten ekteki deklarasyon kabineye sunulmuş ve kabul edilmiştir. Majestelerinin Hükümeti, Filistin’de Yahudiler için bir milli yurt kurulmasını uygun görmekte olup bu hedefin gerçekleştirilmesini kolaylaştırmak için elinden gelenin en iyisini yapacaktır. Şurası açıkça anlaşılmalıdır ki, Filistin’deki Yahudi olmayan toplumların sivil ve dini haklarına ve Yahudilerin diğer ülkelerde sahip oldukları hak ve politik statülerine halel getirebilecek hiç bir şey yapılmayacaktır. Bu deklarasyonu, Siyonist Organizasyonun bilgisine sunarsanız müteşekkir olurum."
Siyonist İsrail'in kurulmasıyla birlikte İsrail, terör, tedhiş, etnik arındırma, sindirme, baskı ve başka yollarla 2,5 milyon Filistinliyi kendi vatanlarından sürmüş, onları sağda solda mülteci kamplarında yaşamaya mecbur etmiştir. İsrail kesintisiz olarak dünyanın her bölgesinde yaşayan Yahudileri İsrail'e getirtmekte ve bunlara Filistinlilerin toprakları üzerinde yerleşim alanları açıp yerleştirmektedir. Yerleşimcilerin sayısı arttıkça ve yerleşim alanları genişledikçe Filistinliler biraz daha toprak kaybına uğramaktadırlar ki, özellikle bugün işgal altındaki Batı Şeria'nın başına gelen budur.
Dışarıdan gelen yerleşimciler Filistinlilerin topraklarını işgal etmekle kalmıyorlar, zeytinliklerini, bağ-bahçelerini, evlerini ve mal varlıklarını gasbediyorlar.
Batı Şeria bölgesini adeta bnir açık hava hapishanesine dönüştüren siyonist terör devleti, aynı şekilde Tek bağımsız Filistin toprakları olan Gazzeyi de karadan denizden ve havadan sürekli abluka altına alarak havasız, susuz, yaşanmaz bir hale getirmeye çalışmaktadır.
Maalesef bu katliamlara rağmen BM başta olmak üzere Siyonist İsrail'in hamiliğini yapan ABD, İngiltere, batı dünyası ve diğer devletler, olayları seyretmekte ve adeta İsrail'i bu katliamlarında teşvik etmektedirler. Birbirlerinden kopuk, yönetimleri dışa bağımlı olan sözde İslam ülkelerinin büyük bölümü ise saldırı ve katliamları seyretmekte, hatta Siyonizm'in ve ABD'nindesteği ile darbe yapıp yönetimi ele geçiren Çağdaş Firavun Sisinin başında olduğu Mısır ve yine Siyonizm ve ABD'nin uşaklığını yapan Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri zımnen İsrail'e destek vermektedirler.
Türkiye başta olmak üzere Pakistan, Malezya Endonezya gibi ülkelerin Filistin halkının mücadelesine desteği ise maalesaef Siyonist İsrail’in bu konuda geri adım atmasına yetmemektedir.
Filistin Sorunun başında Kudüs'ün statüsü meselesi gelmektedir. İsrail, açık bir dille Kudüs'ü İsrail'in "ebedî başkenti" ilan etmekle, her üç din için kutsal olan bu tarihî şehri hiç kimse ile paylaşmaya niyetli olmadığını açıklamış bulunmaktadır.
Filistin sorununun belki de çözüm ihtimali neredeyse sıfır olan boyutu Mescid-i Aksa konusudur. Yahudiler, her ne pahasına olursa olsun Süleyman Mabedi'ni yeniden inşa etme kararındadırlar. Mabedin inşa edilebilmesi için Mescid-i Aksa'nın yıkılması gerekir. Bunun için de Mescid-i Aksanın 1,5 km. yakınında tünel kazarak sözde tarihi alanda tadilat ve restorasyon çalışmaları bahanesiyle mescid-i aksaya adım adım yaklaşmaktadırlar.
Hatta zaman zaman tahriklerde bulunarak islam'ın bu kutsal mekanını işgal etmeye kalkmaktadırlar. Ne dindar Yahudiler ne Siyonistler bu projeden taviz vermeyi düşünmüyorlar. İdrak ettiğimiz Mübarek Ramazan ayı boyunca Siyonistler heme hergün Mescid-i Aksa’ya ve burada ibadet eden Müslüman Filistinlilere hayasızca ve insanlık dışı tavırlarıyla saldırdılar.
Mescid-i Aksa ve çevresinde siyonist askerlerce Müslümanlara ve kutsallarına yapılan silahlı saldırıları utanmadan, sıkılmadan ağlam duvarında toplayarak bir şenlik havasında kutlamaktan çekinmediler. Üstelik Siyonist İsrail Devlet televizyonu bu utanmazlığı ve azgınlığı canlı yayınlayarak vahşi yüzlerini bir kez daha ortaya koydu.
Bütün bu insanlık dışı ve hayasızca saldırılara rağmen Müslüman Filistin halkı, Gazzeliler imkansızlıklarına rağmen destansı bir mücadele vererek siyonist İsrail’e direnmeye devam ediyorlar. İslam Dünyası ise, Türkiye, İran, Pakistan, Malezya ve Endonezya dışında adeta sessizliğe gömülmüş durumdadır. Türkiye’nin yoğun diplomatik çabaları ile gerek İslam Dünyası ve gerekse (mümkün olmamakla birlikte) dünya ülkelerinin İsrail’in zülüm ve katliamlarının durdurulması hususunda adım atmalarının sağlanmasına çalışılmaktadır.
Çağdaş Demokratik rejimlere sahip olmakla övünen, sürekli insan hakları ve demokrasiden dem vuran ABD AB ve BM gibi kuruluşlar söz konusu İslam ve Müslümanlar olduğu zaman adeta dut yemiş bülbüle dönüyorlar. Ya da üç maymunu oynuyorlar. Hatta ABD İsrail’in bu zulüm ve katliamlarına rağmen Siyonistlere açıkça destek veriyor. AB ülkeleri ise ne hazindir ki Müslüman Filistinlilerin destansı direnişleri ve Gazzet’den İsrail’in önemli kentlerine atılan füzelerin siyonistlerde yol açtığı korku ve telaştan sonra endişe duyduklarını ifade ederek “ Ne Şiş Yansın, Ne de Kebap” mukabilinde bir tepki verdiler. Yani İsrail’in güvenliği huzuru ve güvenliği tehlikeye düşünce endişelerini dile getirdiler. Bu iki yüzlü riyakar batılılar, Gazze bombalanırken, Mescid-i Aksa ve Filistinlilere saldırılırken hiç ama hiç seslerini çıkartmadılar.
İslam ülkelerinin sessizliği bu iki yüzlü riyakar batılılar ve eemperyalistlerden daha acıdır. Utanç vericidir. Unutmasınlar ki Kudus Mekke’dir, Medinedir, Şam’dır, Bağdat’tı, Tahran’dır, İstanbul’dur. Kudüs ve Mescid-i Aksa giderse, Kabe gider, Mescid- Nebevi gider, Ayasofya gider.
Filistin’in, Gazze’nin Kudüs’ün Mescid-i Aksa’nın kurtuluşu bütün olumsuzluk ve ümitsiliklere rağmen öncelikle İslam dünyası ve Müslümanların kendi aralarındaki meseleleri, ihtilafları ve ayrılıkları ne pahasına olursa olsun çözümleyip, uzun vadede gerek eknomik, gerek siyasi, gerek askeri, gerek, kültürel ve gerekse bilimsel ve teknolojik alanlarda var olan kaynaklarını ve enerjilerini birleştirip öncelikle D-8 ve İslam İşbirliği Teşkilatını işler hale getirip, uzun vadede de İslam Birliğini kurmaları ile mümkün olabilecektir.
Hiç kimse mazeret üretmesin. Bu hayaldir, olması mümkün değildir gibi Müslümanları umutsuzluk ve yeise sürüklemesin. Kısa vadede bu belki zor ve imkansız görünse de uzun vadede elbette gerçekleştirilebilecek bir idealdir. İnançtır. Zaten Müslümanlıkta Yeis (ümitsizlik) küfürle eş değerdedir. Ümitsizlik Müslümanlığa yakışmaz. Tarih boyunca zaman zaman hak zaman zaman küfür galip gelmiştir. Şimdi ise zahiren Küfür üstün durumdadır. Adeta bu üstünlüğü zirveye ulaşmıştır. Ancak her zirvenin de bir inişi olacaktır. Unutmayalım ki Karanlığın en koyu olduğu an, aydınlığın en yakın olduğu zamandır.
Müslümanlar olarak gerek Filistin’in kurtuluşu ve gerekse diğer coğrafyalardaki müslümanlar ve ezilen sömürülen ancak Müslüman olmayan diğer insanların kurtuluşu için
Irkçılığı, kavmiyetçiliği, etnik milliyetçiliği, ihtilafı bir kenara bırakarak adaleti, meşvereti, liyakati, güzel ahlakı esas alarak, bilim ve teknolojiye, kültüre, sanata önem ve değer verip, kendi ekonomik, siyasi, askeri düzenimiz kurarak savunma sanayimizi başta olmak üzere yazılım aşı, tohum gibi stratejik ihtiyaçlarımızı kendi imkanlarımızı birleştirip gidererek Siyonizm’in ve emperyalist batılılıların tahakkümünden kurtularak zincirlerimizi kırarız Allah’ın izniyle. Klal dı ki Türkiye’nin son yıllarda savunma sanayinde gerçekleştirdiği atılımlar ile İran’ın ambargo boyunca geliştirdiği silahlar ve nükleer çalışmalar buna örnektir.
“Gerçekten onlar, tuzaklarını kurdular; Allah katında da onlara tuzak var; isterse onların tuzakları dağları yerinden oynatacak olsun!” İbrahim suresi 46. Ayet