(Gönül yap ki gönül yapmak en büyük hac demektir. Bir gönül binlerce hacdan iyidir.
Zira Kâbe’yi Hz. İbrahim yapmıştır, sonuçta insan yapısıdır. Oysa gönül her an Allah’ın baktığı yerdir (Gönlü inciten Hakk’ı incitmiş olur.)"
Bu Farsça dizelerin Mevlana Celaleddin Rumi'ye ait olduğunu çoğunuz sanırım biliyorsunuz.
Şimdi Yaratılan hiç bir şey yoktur ki; Allah'ın indinde kıymeti olmasın. Canlı ansız, zerreden, kürreye, her şey Allah'ın künfeyekün tezgâhında işlenerek; varlık platformunda tezahür eder. Çevremizde gözlerimizin gördüğü her varlık, habbeden kubbeye kadar, üzerinde tefekkür etmeye değer. Biz ne kadar derin düşünme yeteneğimizi geliştirirsek, kâinat; içindekilerle beraber o denli anlam kazanır, Allah'a olan inancımız daha kavi olur. Ona karşı sevgi ve hayranlığımız daha fazla artar. Buda bizi iyi bir kul olma yolunda dirayetli ve bilinçli kılar. Cümle mahlûkat, mutlak kudret sahibi Allah'ın birer ismi tecellisi, birer aynasıdır. O aynalarda Allah'ın Cemalini, amakı efkârla seyretmek(derin düşünce)mümkün. Şeyh Sadi Şirazenin dediği gibi; tabiattaki görünenler, Allah'ın yaratıcılığına şahitlik eden birer defter hükmündedir. Bir sivrisineğin bile yaratılış itibariyle mükemmelliği hayrete, son derece hayranlığa şayandır.
Tabiatı bir sofra yapıp, tüm canlı mahlûkatı rızıklandıran, kâinatı bize muahhar kılan Allah'a karşı; bu menfi fiileri işlemek nimeti küfran olmaz mı?
Onca güzellik varken, çirkinlikten yana tercih kullanmak, batılı hak sanıp; dalalete sapmak ne derece doğru dur, buyurun siz karar verin.
Yaratandan ötürü yaratılanı sev diyen Yunusun sözlerine kulak verilse; Kurtla Kuzu çok güzel bir ikili olur. Gülü, dikenini görmezden gelerek sevebilirsek, o zaman Güldeki güzelliği, güzelliğini aldığı kaynağı keşf ederiz ancak. Allaha karşı aczini hatırlaması için sırtına kusurları yüklenen insanı bu şekilde telaki edip, müspet yaklaşım sergilemek, beşeri ilişkileri meşru mecralarda devam ettirmek gerekir.
Egomuzu tevazu tenceresine koyup, sevgi ateşiyle buharlaştıralım ki, erdem olma makamına erişelim. Yoksa benlik çukurunda kayb olur gideriz.
Kuran'da Nahl süresinde Allah'ın bal arısına vahyi etmesi, onu muhatap kabul etmesi, onun yaratıklarına verdiği değeri gözler önüne sermiyor mu?
Kaldı ki insan; yaratılanların arasında en kıymetli olanıdır. Bu durumda bizim birbirimize sevgi saygı öğeleriyle yaklaşmamız, kin ve nefreti bir kenara iterek; baki olan, bu kubbede hoş bir seda bırakmamız daha doğru olmaz mı?
İnsan bozuk para gibi harcanmayacak kadar çok değerlidir. İfsada müvekkil kişi, büründüğü müfteri kimliğiyle yarın mahkeme-î Kübra’da nasıl bir yüzle Hakkın huzuruna çıkacak; doğrusu mühim bir merak sorusu. Dünya ahiretin tarlasıdır, her kim ne ekmişse; kuşkusuz orda onu biçecektir.
Sadece yiyip içip, gezip tozmakla hayatınıza anlam katamazsınız. Dedim ya, tefekkür; İnsanı hayvandan ayıran en somut özelliktir. Aldıkları İlahi emirle, bırakın canlıyı cansızı; bir tek tırnağı bile, mutlak bir itaat içinde durup dinlenmeden inşa eden hücreler ve hücreleri yapan atomları düşündüğünüz vakit, her varlığın, özellikle Allah'ın; eşrefi mahlûk makamına yükselttiği insanın nasıl bir kıymete sahip olduğunu anlarsınız. Allah'ın, içtimai rabıt atanın sağlanması için insanoğluna bahşettiği ulvi duyguların terkinde ne değerlerin heder olduğunu görememek veya duyarsız kalmak kitlesel bir dejenerasyonun oluşumuna katkı sağlamaktan öte gitmez.
Bize emanet verilen dilin istismarı, beli kurallar içindeyken, bunu na meşru bir zeminde icra etmek, bir insanı ala-yi illiyyinden; esfeli Safiline indirir. Oysa bizden istenen, birbirimize karşı hoşgörü, karşılıklı sevgi saygıdır.
Allah'ın, Kuran'da sürekli düşünmekle ilgili kullarına verdiği emir ve buyrukları, hemen hemen hepimizin okuyup, idrak etmeye çalıştığımız bir gerçek. Onun emirleri doğrultusunda işlenen akıl, vazifesini dürüstçe yapan yüksek mevkideki bir memur gibidir. Aksi takdirde bu kıymetli organ, bir takım şeytani ve nefsani desiselere alet edilirse, onlara ancak hizmet eden adi bir uşak derecesine düşer ki; mahşer günü Rabbi, verdiği emanetin nasıl istimal ettiği konusundaki sorusuna verecek cevabı olmaz.
O halde gönül yıkıcı değil, yapıcı olalım. Savaş değil, barıştan yana olalım. Dost olalım, dost kalalım. Her şeyden önemlisi samimiyetimizden asla tavizkâr olmayalım. Şairin dediği gibi, "Kırma gönül şişesini Yapan bulunmaz, bulunmaz." hepinize gönülden sevgilerimle.
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Mustafa Kaplan
Derin Düşünce!
"Dil bedest âver ki hacc-i ekber-est
Ez hezârân Kâbe yek-dil Bihter-est
Kâbe bünyâd-i Halîl-i Âzer-est
Dil nazargâh-i Celîl-i ekber-est
(Gönül yap ki gönül yapmak en büyük hac demektir. Bir gönül binlerce hacdan iyidir.
Zira Kâbe’yi Hz. İbrahim yapmıştır, sonuçta insan yapısıdır. Oysa gönül her an Allah’ın baktığı yerdir (Gönlü inciten Hakk’ı incitmiş olur.)"
Bu Farsça dizelerin Mevlana Celaleddin Rumi'ye ait olduğunu çoğunuz sanırım biliyorsunuz.
Şimdi Yaratılan hiç bir şey yoktur ki; Allah'ın indinde kıymeti olmasın. Canlı ansız, zerreden, kürreye, her şey Allah'ın künfeyekün tezgâhında işlenerek; varlık platformunda tezahür eder. Çevremizde gözlerimizin gördüğü her varlık, habbeden kubbeye kadar, üzerinde tefekkür etmeye değer. Biz ne kadar derin düşünme yeteneğimizi geliştirirsek, kâinat; içindekilerle beraber o denli anlam kazanır, Allah'a olan inancımız daha kavi olur. Ona karşı sevgi ve hayranlığımız daha fazla artar. Buda bizi iyi bir kul olma yolunda dirayetli ve bilinçli kılar. Cümle mahlûkat, mutlak kudret sahibi Allah'ın birer ismi tecellisi, birer aynasıdır. O aynalarda Allah'ın Cemalini, amakı efkârla seyretmek(derin düşünce)mümkün. Şeyh Sadi Şirazenin dediği gibi; tabiattaki görünenler, Allah'ın yaratıcılığına şahitlik eden birer defter hükmündedir. Bir sivrisineğin bile yaratılış itibariyle mükemmelliği hayrete, son derece hayranlığa şayandır.
Tabiatı bir sofra yapıp, tüm canlı mahlûkatı rızıklandıran, kâinatı bize muahhar kılan Allah'a karşı; bu menfi fiileri işlemek nimeti küfran olmaz mı?
Onca güzellik varken, çirkinlikten yana tercih kullanmak, batılı hak sanıp; dalalete sapmak ne derece doğru dur, buyurun siz karar verin.
Yaratandan ötürü yaratılanı sev diyen Yunusun sözlerine kulak verilse; Kurtla Kuzu çok güzel bir ikili olur. Gülü, dikenini görmezden gelerek sevebilirsek, o zaman Güldeki güzelliği, güzelliğini aldığı kaynağı keşf ederiz ancak. Allaha karşı aczini hatırlaması için sırtına kusurları yüklenen insanı bu şekilde telaki edip, müspet yaklaşım sergilemek, beşeri ilişkileri meşru mecralarda devam ettirmek gerekir.
Egomuzu tevazu tenceresine koyup, sevgi ateşiyle buharlaştıralım ki, erdem olma makamına erişelim. Yoksa benlik çukurunda kayb olur gideriz.
Kuran'da Nahl süresinde Allah'ın bal arısına vahyi etmesi, onu muhatap kabul etmesi, onun yaratıklarına verdiği değeri gözler önüne sermiyor mu?
Kaldı ki insan; yaratılanların arasında en kıymetli olanıdır. Bu durumda bizim birbirimize sevgi saygı öğeleriyle yaklaşmamız, kin ve nefreti bir kenara iterek; baki olan, bu kubbede hoş bir seda bırakmamız daha doğru olmaz mı?
İnsan bozuk para gibi harcanmayacak kadar çok değerlidir. İfsada müvekkil kişi, büründüğü müfteri kimliğiyle yarın mahkeme-î Kübra’da nasıl bir yüzle Hakkın huzuruna çıkacak; doğrusu mühim bir merak sorusu. Dünya ahiretin tarlasıdır, her kim ne ekmişse; kuşkusuz orda onu biçecektir.
Sadece yiyip içip, gezip tozmakla hayatınıza anlam katamazsınız. Dedim ya, tefekkür; İnsanı hayvandan ayıran en somut özelliktir. Aldıkları İlahi emirle, bırakın canlıyı cansızı; bir tek tırnağı bile, mutlak bir itaat içinde durup dinlenmeden inşa eden hücreler ve hücreleri yapan atomları düşündüğünüz vakit, her varlığın, özellikle Allah'ın; eşrefi mahlûk makamına yükselttiği insanın nasıl bir kıymete sahip olduğunu anlarsınız. Allah'ın, içtimai rabıt atanın sağlanması için insanoğluna bahşettiği ulvi duyguların terkinde ne değerlerin heder olduğunu görememek veya duyarsız kalmak kitlesel bir dejenerasyonun oluşumuna katkı sağlamaktan öte gitmez.
Bize emanet verilen dilin istismarı, beli kurallar içindeyken, bunu na meşru bir zeminde icra etmek, bir insanı ala-yi illiyyinden; esfeli Safiline indirir. Oysa bizden istenen, birbirimize karşı hoşgörü, karşılıklı sevgi saygıdır.
Allah'ın, Kuran'da sürekli düşünmekle ilgili kullarına verdiği emir ve buyrukları, hemen hemen hepimizin okuyup, idrak etmeye çalıştığımız bir gerçek. Onun emirleri doğrultusunda işlenen akıl, vazifesini dürüstçe yapan yüksek mevkideki bir memur gibidir. Aksi takdirde bu kıymetli organ, bir takım şeytani ve nefsani desiselere alet edilirse, onlara ancak hizmet eden adi bir uşak derecesine düşer ki; mahşer günü Rabbi, verdiği emanetin nasıl istimal ettiği konusundaki sorusuna verecek cevabı olmaz.
O halde gönül yıkıcı değil, yapıcı olalım. Savaş değil, barıştan yana olalım. Dost olalım, dost kalalım. Her şeyden önemlisi samimiyetimizden asla tavizkâr olmayalım. Şairin dediği gibi, "Kırma gönül şişesini Yapan bulunmaz, bulunmaz." hepinize gönülden sevgilerimle.