Saliha bir hanımla kızı, bir bayan Doktora gidiyorlar. Az bekleyince Doktor hanım, “Sizde ne var? Siz gelince çok rahatladım” diyor. Doktor hanım neden rahatlamış olabilir?
Efendim; Bileşik kaplardan birine su döküldüğü zaman, su diğer tüpe geçer, ondan sonra tekrar bu tüpe gelir. Sonra tekrar diğer tüpe geçer, hep böyle hareket edip nihayet tüplerdeki su aynı seviyeye gelir. İşte bunun gibi, kim olursa olsun, iki kişi bir araya geldiği zaman, mutlaka birinin kalbinden ötekinin kalbine, ötekinin kalbinden bunun kalbine akım başlar. Onun için, İslamiyet’in başlangıcında, Peygamber Efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem kabir ziyaretini yasak etmişti. Çünkü ölenler kâfirdi, ana babaları müşrikti. Müslümanlar ziyarete gidiyorlardı, o kabirdekinin ruhundan, Müslüman’ın kalbine zulmet akıyordu. Müslümanlar da vefat etmeye başladıktan sonra, kabir ziyaretine izin verdi.
Demek ki karşılıklı olarak kalbden kalbe bir akım başlıyor. Allah sevgisi yüksek olanın kalbinden alçak olanın kalbine feyz akar. Aynı seviyeye gelinceye kadar devam eder. Çok günahkâr olandan da zulmet akar. Saliha hanımlardan, doktor hanıma akım giderek rahatladığı anlaşılıyor. Onun için mecbur kalmadıkça, kötü insanlardan uzak durmaya çalışmalı. Onlarla zaruret miktarı görüşmeli.
Kötü huylar, kalbi hasta eder. Bu hastalığın artması, kalbin ölümüne yani küfre, inkâra sebep olur. Kötü huyların en kötüsü olan küfür, inkâr ise, kalbin en büyük zehridir. İmanı olmayanın, “Kalbim temizdir, sen kalbe bak” gibi sözleri, boş laflardır. Ölmüş olan kalp temiz olmaz.
Kalp, muhabbet, sevgi yeridir. Muhabbet, sevgi bulunmayan kalp ölmüş demektir. Kalpte, ya dünya sevgisi, yahut Allah sevgisi bulunur. Dünya demek, haram olan şeyler demektir. Zikir, ibadet yaparak, kalpten dünya sevgisi çıkarılınca, kalp temiz olur. Bu temiz kalbe, Allah sevgisi, kendiliğinden dolar. Günah işleyince kalp kararır, hasta olur. Dünya muhabbeti, sevgisi yerleşerek, Allah sevgisi gider. Kalbin bu hâli, bir şişeye benzer. Su doldurunca, havası çıkar. Suyu boşaltınca, hava kendiliğinden dolar.
Reşehât kitabında, Muhammed Pârisâ hazretlerinin şöyle buyurduğu bildirilmektedir:
“İnsanı Allahü Teâlâ’dan uzaklaştıran perdelerin en zararlısı, kalbin kararması, dünya sevgisinin kalbe yerleşmesidir. Bu sevgi, kötü arkadaşlardan, lüzumsuz şeyler seyretmekten hasıl olur. Çok uğraşarak, bunları kalpten çıkarmalıdır. Faydasız kitap, [roman, gazete] okumak, lüzumsuz şeyler konuşmak, seyretmek, bu sevgiyi arttırır. Bakması haram olan resimleri, [filmleri, televizyonları] seyretmek, haram olan şeyleri dinlemek, bu sevgiyi kalpte yerleştirir. Bunların hepsi, insanı Allahü Teâlâ’dan uzaklaştırır. Allahü Teâlâ’ya kavuşmak isteyenlerin, bunlardan sakınması, nefsi azdıran her şeyden uzaklaşması lazımdır. Allahü Teâlâ’nın âdeti şöyledir ki, kalbi temizlemeye ve nefsi ezmeye çalışmayanlara, zevklerini, şehvetlerini bırakmayanlara bu nimeti ihsan etmez.”
Kalbi, nefsin baskısından kurtarmak
Kalp, hem nefse, hem his organlarına bağlıdır. His organları ne ile meşgul olursa, kalp de ona bağlanır. İnsan güzel bir şeyi görünce, güzel bir ses duyunca, tatlı bir şey alınca, kalp bunlara bağlanır. Bu sevgi insanın elinde olmaz. İnsan güzel bir şey okuyunca, kalp bunların manalarına, yazarına bağlanır. Güzel, tatlı demek, kalbe güzel, tatlı gelen şey demektir. İnsan, çok defa nefse güzel gelenle, kalbe güzel geleni birbiri ile karıştırır. Kalp kuvvetli ise, hakiki güzelliği anlayıp, onu sever, bağlanır.
Âyet-i Kerimeler, Hadis-i Şerifler, dua, tesbih gibi kıymetli şeyler, güzeldir, çok tatlıdır. Kalbin nefse bağlılığı azalınca ve nefsin elinden kurtulunca, bunları okuduğu, duyduğu zaman, bunların güzelliğini anlar ve bağlanır da, insanın haberi olmaz.
Kalbi, nefsin elinden, baskısından kurtarmak için, nefsi ezmek, kalbi uyandırıp kuvvetlendirmek lazımdır. Bu da, Resulullah Efendimize uymakla olur. Muhammed aleyhisselama uyarak, kalbini nefsinin pençesinden kurtaran bir kimse, bir Evliyayı incelerse, onun Resulullah Efendimizin vârisi, Allahın sevgili kulu olduğunu anlar. Allahü Teâlâ’yı çok sevdiği için, Allahın sevdiğini de çok sever. Fakat, nefsin sevdiklerini, kalbin sevdiği güzellikler sanarak aldananlar çok olmuş, felakete sürüklenmişlerdir.
Emirleri yapamamanın sebebi
Bazı kimseler, Müslüman olduklarını söyledikleri hâlde namaz kılamıyor, zekât veremiyor ve oruç tutamıyorlar. Bu konuda İmâm-ı Rabbânî hazretleri Mektûbât kitabında buyuruyor ki:
“Allahü Teâlâ’nın emirlerini yapmamak, hep kalbin bozuk olmasındandır. Kalbin bozuk olması, İslâmiyet’e tam inanılmamasıdır. Mümin olmak için, yalnız Kelime-i Şehadeti söylemek yetişmez. Münafıklar, kalbi kâfir olduğu hâlde Müslüman görünenler de bunu söylüyor. Kalpte iman bulunduğuna alamet, İslâmiyet’in emirlerini seve seve yapmaktır. Zekât niyeti ile fakire bir altın vermek, yüzbin altın sadaka vermekten daha sevaptır. Çünkü, zekât vermek, farzı yapmaktır. Zekât niyeti olmadan verilenler ise, Nafile ibadettir. Farz ibadetin yanında nafile ibadetlerin hiç kıymeti yoktur. Deniz yanında, damla kadar bile değildir. Şeytan aldatarak, kazaya kalan namazları kıldırtmıyor, Nafile kılmayı, Nafile Hacca ve Umreye gitmeyi güzel gösteriyor. Zekât verdirmeyip, Nafile hayırları, göze güzel gösteriyor. Sünnetlerin ve nafilelerin, söz verilen büyük sevapları, farz borcu olmayanlar, kazalarını ödeyenler içindir. Kazası olanların, farzlardan başka hiçbir ibadetlerine, hiç sevap verilmez.”
Kim olursa olsun, nefsine uyan, kalbi bozuk olan Cehenneme gidecektir. Her mümin, nefsin yaratılışındaki küfrü ve günahları temizlemek için, çokça Lâ ilâhe illallah ve kalbini nefisten, şeytandan, kötü arkadaşlardan ve zararlı bozuk kitaplardan gelmiş olan küfürden, günahlardan kurtulmak için Estağfurullah okumalıdır. İslâmiyet’e uyanın duaları muhakkak kabul olur. Namaz kılmayanın, haram yiyip içenin İslâmiyet’e uymadığı anlaşılır. Bunların duası kabul olmaz.
Namaz, kalbi hasta olmaktan korur
Bazı kimseler, Müslüman olduklarını söyledikleri halde namaz kılmak kendilerine ağır gelmektedir.
İnsanda iki türlü kalp vardır. Birisi, herkes tarafından bilinen göğsümüzdeki et parçasıdır ki, buna Yürek denir. İkincisi ise, bu et parçasında bulunan bir kuvvettir ki buna Gönül denir. Din kitaplarında bildirilen kalp, bu gönüldür. İnanmak ve inanmamak, muhabbet yani sevgi ve düşmanlık bu kalpte yani gönülde olur. İnsanın azaları, organları bu kalbin emrindedir. Temiz kalbin sahibi akla uyar, hep iyi işler yapar. Kalbi bozuk, hasta olan nefse uyar, hep zararlı işler yapar.
İhlas ile yapılan ibadetler, bilhassa namaz kılmak ise, kalbi temizler. Allahü Teâlâ, kalbi bozan, hasta yapan şeyleri haram etmiştir. Günah işleyenin kalbi hasta olur. Günahın büyüklüğüne göre, hastalık hafif veya ağır olur. Kalp hasta olunca, ibadet yapmak güç olur. Kalp hastalığının birinci ilacı, tevbe ve istiğfardır. Tevbenin kabul olması için, günahı terk etmek ve ibadet yapmak lazımdır. Kalp hastalığının ilacı olan tevbenin kabul olması için, en faydalı ibadet, namaz kılmaktır. Her gün bir kere namaz kılmak, çok kolaydır. Her gün beş kere namaz kılmak, kalbi hasta olanlara güç gelir. Halbuki, namaz çok kılınırsa, kalpte Allah sevgisi hasıl olur. Allah sevgisi zamanla kalbi doldurur. Saadetlerin en büyüğü, kalbe Allah sevgisini yerleştirmektir. Dünya işleri ile uğraşanların ve geçici olan dünya nimetlerine ve lezzetlerine kavuşmayı düşünenlerin kalplerinde Allah sevgisi kalmaz. İnsanı bu felaketten kurtaran en kuvvetli ilaç, Kelime-i Tevhit okumaktır. Bunun için, Allahü Teâlâ, sonsuz merhametinden dolayı, her gün bir vakit değil, beş vakit namaz kılmayı emir buyurmuştur. Allahü Teâlâ’nın bu emri, insanlara sıkıntı vermek için değil, onları kalp hastalığından kurtarmak içindir.
Ankebût Sûresinin kırkbeşinci âyetinde mealen;
“Doğru kılınan namaz, insanı fahşâdan ve münkerden herhalde, muhakkak uzaklaştırır” buyuruldu.
Kalp ve beden ile, İslâmiyet’in emir ve yasaklarına uymalı, kalp, gafletten uyanık olmalıdır. Kalbi uyanık olmayan yani Allahü Teâlâ’nın varlığını, büyüklüğünü, Cennet nimetlerini, Cehennem ateşinin şiddetini hatırlamayan, düşünmeyen kimsenin bedeninin İslâmiyet’e uyması güç olur. Fıkıh Alimleri fetvaları bildirirler. Bunların yapılmasını kolaylaştırmak, Allah adamlarının işidir. Bedenin İslâmiyet’e severek ve kolay uyması için, kalbin temiz olması lazımdır. Fakat yalnız kalbin temiz olmasına, ahlakın güzel olmasına ehemmiyet verip, bedenin İslâmiyet’e uymasına ehemmiyet vermeyen kimse, mülhiddir, dinden çıkmıştır. Bunun nefsinin parlaması ile hasıl olan gaybdan haber vermek, hastaları okuyup üfleyip iyi etmek gibi adet dışı başarıları istidrac olup, kendisini ve buna uyanları Cehenneme sürükler. Kalbin temiz ve nefsin mutmainne yani uysal olduğunun alameti, bedenin İslâmiyet’e seve seve uymasıdır. His organlarını ve bedenini İslâmiyet’e uydurmayanların; “Kalbim temizdir, sen kalbe bak!” demeleri boş laftır. Böyle söylemekle kendilerini ve etrafındakileri aldatmaktadırlar.
Allahü Teâlâ cümlemizi Kendisine layık Kul, Habibine layık Ümmet eylesin. (Amin)
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
Müslüm Abacıoğlu
Kalbden kalbe akım
Muhterem Kardeşlerim…
Saliha bir hanımla kızı, bir bayan Doktora gidiyorlar. Az bekleyince Doktor hanım, “Sizde ne var? Siz gelince çok rahatladım” diyor. Doktor hanım neden rahatlamış olabilir?
Efendim; Bileşik kaplardan birine su döküldüğü zaman, su diğer tüpe geçer, ondan sonra tekrar bu tüpe gelir. Sonra tekrar diğer tüpe geçer, hep böyle hareket edip nihayet tüplerdeki su aynı seviyeye gelir. İşte bunun gibi, kim olursa olsun, iki kişi bir araya geldiği zaman, mutlaka birinin kalbinden ötekinin kalbine, ötekinin kalbinden bunun kalbine akım başlar. Onun için, İslamiyet’in başlangıcında, Peygamber Efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem kabir ziyaretini yasak etmişti. Çünkü ölenler kâfirdi, ana babaları müşrikti. Müslümanlar ziyarete gidiyorlardı, o kabirdekinin ruhundan, Müslüman’ın kalbine zulmet akıyordu. Müslümanlar da vefat etmeye başladıktan sonra, kabir ziyaretine izin verdi.
Demek ki karşılıklı olarak kalbden kalbe bir akım başlıyor. Allah sevgisi yüksek olanın kalbinden alçak olanın kalbine feyz akar. Aynı seviyeye gelinceye kadar devam eder. Çok günahkâr olandan da zulmet akar. Saliha hanımlardan, doktor hanıma akım giderek rahatladığı anlaşılıyor. Onun için mecbur kalmadıkça, kötü insanlardan uzak durmaya çalışmalı. Onlarla zaruret miktarı görüşmeli.
Kötü huylar, kalbi hasta eder. Bu hastalığın artması, kalbin ölümüne yani küfre, inkâra sebep olur. Kötü huyların en kötüsü olan küfür, inkâr ise, kalbin en büyük zehridir. İmanı olmayanın, “Kalbim temizdir, sen kalbe bak” gibi sözleri, boş laflardır. Ölmüş olan kalp temiz olmaz.
Kalp, muhabbet, sevgi yeridir. Muhabbet, sevgi bulunmayan kalp ölmüş demektir. Kalpte, ya dünya sevgisi, yahut Allah sevgisi bulunur. Dünya demek, haram olan şeyler demektir. Zikir, ibadet yaparak, kalpten dünya sevgisi çıkarılınca, kalp temiz olur. Bu temiz kalbe, Allah sevgisi, kendiliğinden dolar. Günah işleyince kalp kararır, hasta olur. Dünya muhabbeti, sevgisi yerleşerek, Allah sevgisi gider. Kalbin bu hâli, bir şişeye benzer. Su doldurunca, havası çıkar. Suyu boşaltınca, hava kendiliğinden dolar.
Reşehât kitabında, Muhammed Pârisâ hazretlerinin şöyle buyurduğu bildirilmektedir:
“İnsanı Allahü Teâlâ’dan uzaklaştıran perdelerin en zararlısı, kalbin kararması, dünya sevgisinin kalbe yerleşmesidir. Bu sevgi, kötü arkadaşlardan, lüzumsuz şeyler seyretmekten hasıl olur. Çok uğraşarak, bunları kalpten çıkarmalıdır. Faydasız kitap, [roman, gazete] okumak, lüzumsuz şeyler konuşmak, seyretmek, bu sevgiyi arttırır. Bakması haram olan resimleri, [filmleri, televizyonları] seyretmek, haram olan şeyleri dinlemek, bu sevgiyi kalpte yerleştirir. Bunların hepsi, insanı Allahü Teâlâ’dan uzaklaştırır. Allahü Teâlâ’ya kavuşmak isteyenlerin, bunlardan sakınması, nefsi azdıran her şeyden uzaklaşması lazımdır. Allahü Teâlâ’nın âdeti şöyledir ki, kalbi temizlemeye ve nefsi ezmeye çalışmayanlara, zevklerini, şehvetlerini bırakmayanlara bu nimeti ihsan etmez.”
Kalbi, nefsin baskısından kurtarmak
Kalp, hem nefse, hem his organlarına bağlıdır. His organları ne ile meşgul olursa, kalp de ona bağlanır. İnsan güzel bir şeyi görünce, güzel bir ses duyunca, tatlı bir şey alınca, kalp bunlara bağlanır. Bu sevgi insanın elinde olmaz. İnsan güzel bir şey okuyunca, kalp bunların manalarına, yazarına bağlanır. Güzel, tatlı demek, kalbe güzel, tatlı gelen şey demektir. İnsan, çok defa nefse güzel gelenle, kalbe güzel geleni birbiri ile karıştırır. Kalp kuvvetli ise, hakiki güzelliği anlayıp, onu sever, bağlanır.
Âyet-i Kerimeler, Hadis-i Şerifler, dua, tesbih gibi kıymetli şeyler, güzeldir, çok tatlıdır. Kalbin nefse bağlılığı azalınca ve nefsin elinden kurtulunca, bunları okuduğu, duyduğu zaman, bunların güzelliğini anlar ve bağlanır da, insanın haberi olmaz.
Kalbi, nefsin elinden, baskısından kurtarmak için, nefsi ezmek, kalbi uyandırıp kuvvetlendirmek lazımdır. Bu da, Resulullah Efendimize uymakla olur. Muhammed aleyhisselama uyarak, kalbini nefsinin pençesinden kurtaran bir kimse, bir Evliyayı incelerse, onun Resulullah Efendimizin vârisi, Allahın sevgili kulu olduğunu anlar. Allahü Teâlâ’yı çok sevdiği için, Allahın sevdiğini de çok sever. Fakat, nefsin sevdiklerini, kalbin sevdiği güzellikler sanarak aldananlar çok olmuş, felakete sürüklenmişlerdir.
Emirleri yapamamanın sebebi
Bazı kimseler, Müslüman olduklarını söyledikleri hâlde namaz kılamıyor, zekât veremiyor ve oruç tutamıyorlar. Bu konuda İmâm-ı Rabbânî hazretleri Mektûbât kitabında buyuruyor ki:
“Allahü Teâlâ’nın emirlerini yapmamak, hep kalbin bozuk olmasındandır. Kalbin bozuk olması, İslâmiyet’e tam inanılmamasıdır. Mümin olmak için, yalnız Kelime-i Şehadeti söylemek yetişmez. Münafıklar, kalbi kâfir olduğu hâlde Müslüman görünenler de bunu söylüyor. Kalpte iman bulunduğuna alamet, İslâmiyet’in emirlerini seve seve yapmaktır. Zekât niyeti ile fakire bir altın vermek, yüzbin altın sadaka vermekten daha sevaptır. Çünkü, zekât vermek, farzı yapmaktır. Zekât niyeti olmadan verilenler ise, Nafile ibadettir. Farz ibadetin yanında nafile ibadetlerin hiç kıymeti yoktur. Deniz yanında, damla kadar bile değildir. Şeytan aldatarak, kazaya kalan namazları kıldırtmıyor, Nafile kılmayı, Nafile Hacca ve Umreye gitmeyi güzel gösteriyor. Zekât verdirmeyip, Nafile hayırları, göze güzel gösteriyor. Sünnetlerin ve nafilelerin, söz verilen büyük sevapları, farz borcu olmayanlar, kazalarını ödeyenler içindir. Kazası olanların, farzlardan başka hiçbir ibadetlerine, hiç sevap verilmez.”
Kim olursa olsun, nefsine uyan, kalbi bozuk olan Cehenneme gidecektir. Her mümin, nefsin yaratılışındaki küfrü ve günahları temizlemek için, çokça Lâ ilâhe illallah ve kalbini nefisten, şeytandan, kötü arkadaşlardan ve zararlı bozuk kitaplardan gelmiş olan küfürden, günahlardan kurtulmak için Estağfurullah okumalıdır. İslâmiyet’e uyanın duaları muhakkak kabul olur. Namaz kılmayanın, haram yiyip içenin İslâmiyet’e uymadığı anlaşılır. Bunların duası kabul olmaz.
Namaz, kalbi hasta olmaktan korur
Bazı kimseler, Müslüman olduklarını söyledikleri halde namaz kılmak kendilerine ağır gelmektedir.
İnsanda iki türlü kalp vardır. Birisi, herkes tarafından bilinen göğsümüzdeki et parçasıdır ki, buna Yürek denir. İkincisi ise, bu et parçasında bulunan bir kuvvettir ki buna Gönül denir. Din kitaplarında bildirilen kalp, bu gönüldür. İnanmak ve inanmamak, muhabbet yani sevgi ve düşmanlık bu kalpte yani gönülde olur. İnsanın azaları, organları bu kalbin emrindedir. Temiz kalbin sahibi akla uyar, hep iyi işler yapar. Kalbi bozuk, hasta olan nefse uyar, hep zararlı işler yapar.
İhlas ile yapılan ibadetler, bilhassa namaz kılmak ise, kalbi temizler. Allahü Teâlâ, kalbi bozan, hasta yapan şeyleri haram etmiştir. Günah işleyenin kalbi hasta olur. Günahın büyüklüğüne göre, hastalık hafif veya ağır olur. Kalp hasta olunca, ibadet yapmak güç olur. Kalp hastalığının birinci ilacı, tevbe ve istiğfardır. Tevbenin kabul olması için, günahı terk etmek ve ibadet yapmak lazımdır. Kalp hastalığının ilacı olan tevbenin kabul olması için, en faydalı ibadet, namaz kılmaktır. Her gün bir kere namaz kılmak, çok kolaydır. Her gün beş kere namaz kılmak, kalbi hasta olanlara güç gelir. Halbuki, namaz çok kılınırsa, kalpte Allah sevgisi hasıl olur. Allah sevgisi zamanla kalbi doldurur. Saadetlerin en büyüğü, kalbe Allah sevgisini yerleştirmektir. Dünya işleri ile uğraşanların ve geçici olan dünya nimetlerine ve lezzetlerine kavuşmayı düşünenlerin kalplerinde Allah sevgisi kalmaz. İnsanı bu felaketten kurtaran en kuvvetli ilaç, Kelime-i Tevhit okumaktır. Bunun için, Allahü Teâlâ, sonsuz merhametinden dolayı, her gün bir vakit değil, beş vakit namaz kılmayı emir buyurmuştur. Allahü Teâlâ’nın bu emri, insanlara sıkıntı vermek için değil, onları kalp hastalığından kurtarmak içindir.
Ankebût Sûresinin kırkbeşinci âyetinde mealen;
“Doğru kılınan namaz, insanı fahşâdan ve münkerden herhalde, muhakkak uzaklaştırır” buyuruldu.
Kalp ve beden ile, İslâmiyet’in emir ve yasaklarına uymalı, kalp, gafletten uyanık olmalıdır. Kalbi uyanık olmayan yani Allahü Teâlâ’nın varlığını, büyüklüğünü, Cennet nimetlerini, Cehennem ateşinin şiddetini hatırlamayan, düşünmeyen kimsenin bedeninin İslâmiyet’e uyması güç olur. Fıkıh Alimleri fetvaları bildirirler. Bunların yapılmasını kolaylaştırmak, Allah adamlarının işidir. Bedenin İslâmiyet’e severek ve kolay uyması için, kalbin temiz olması lazımdır. Fakat yalnız kalbin temiz olmasına, ahlakın güzel olmasına ehemmiyet verip, bedenin İslâmiyet’e uymasına ehemmiyet vermeyen kimse, mülhiddir, dinden çıkmıştır. Bunun nefsinin parlaması ile hasıl olan gaybdan haber vermek, hastaları okuyup üfleyip iyi etmek gibi adet dışı başarıları istidrac olup, kendisini ve buna uyanları Cehenneme sürükler. Kalbin temiz ve nefsin mutmainne yani uysal olduğunun alameti, bedenin İslâmiyet’e seve seve uymasıdır. His organlarını ve bedenini İslâmiyet’e uydurmayanların; “Kalbim temizdir, sen kalbe bak!” demeleri boş laftır. Böyle söylemekle kendilerini ve etrafındakileri aldatmaktadırlar.
Allahü Teâlâ cümlemizi Kendisine layık Kul, Habibine layık Ümmet eylesin. (Amin)