TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
Uygulamalarımız appstore googleplay
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

Kalble İnanmak Yeter

Yazının Giriş Tarihi:
Yazının Güncellenme Tarihi: 10.10.2024 15:36

Muhterem kardeşlerim…

Din kitaplarında, “Muhammed aleyhisselamın, Allahü Teâlâ’dan getirip bildirdiği şeylerin hepsine kalble inanıp, dille de ikrar etmeye, yani söylemeye İman)denir” buyuruluyor. Bir gayrimüslim, dinimizin bildirdiği gibi inansa, fakat Müslüman olduğu duyulursa, kendisine bir zarar geleceğinden korktuğu için, imanını gizlese, yani dille ikrar etmese de Müslüman sayılır. Çünkü kitaplarda, “Söylemeye mâni bulunduğu zaman, söylememek affolur” buyuruluyor.

 

Efendim;

Dille ikrarın faydalarından biri, o kimseye Müslüman muamelesi yapılır, ölünce cenaze namazı kılınır ve Müslüman mezarlığına konur. Müslümanlar ona dua eder. Dille ikrar etmezse, bunlardan mahrum kalır. Onun için bir mâni yoksa, göğsümüzü gere gere, “Elhamdülillah ben Müslüman’ım” demelidir. Amentü’yü sonuna kadar okumalıdır.

 

İman; tasdik ve ikrardır

İman ettiğini dil ile de söylemeye mâni bulunduğu zaman, söylememek affolur. Mesela korkutulunca [zarar görme durumu varsa], hasta, dilsiz veya söyleyecek vakit bulamadan öldüğü zaman, söylemek icap etmez. (İslam Ahlakı)

 

Hanefî mezhebindeki Âlimlerin çoğuna göre, iman; dille ikrar, kalble tasdiktir. Muhakkik zatlara göre, ikrar etmek yani dille de söylemek, dünyada İslâm ahkâmının icrası için şarttır. Bu âlimlere göre, imanı kalbiyle tasdik eden kimseden, her ne zaman diliyle söylemesi istenir de, bir mâni olmadan söylemezse, bu inat küfrüdür ki, kalbindeki tasdiki fayda vermez. (Dürr-ül Muhtar)

 

Sualin cevabı şöyle oluyor: Çevresinden zarar görme veya başka bir mazeretten dolayı Müslüman olduğunu söylemeyen kimse, imanla ölmüş olur.

 

Din, insanı ebedi saâdete götürür

Din, insanları ebedi saâdete götürmek için Allahü Teâlâ tarafından gösterilen yol demektir. Din ismi altında insanların uydurduğu eğri yollara din denmez. Allahü Teâlâ, Âdem aleyhisselâmdan beri, her bin senede, bir Peygamber vâsıtası ile, insanlara bir din göndermiştir. Bu Peygamberlere Resûl denir. Her asırda, en temiz bir insanı Peygamber yaparak, bunlar ile dinleri kuvvetlendirmiştir. Resûllere tâbi olan bu Peygamberlere de, Nebî denir.

 

Bütün Peygamberler, hep aynı îmânı söylemiş, hepsi ümmetlerinden aynı şeylere îmân etmeyi istemişlerdir. Fakat dinleri, yani kalb ile, beden ile yapılması ve sakınılması lâzım olan şeyleri başka başka olduğundan, Müslümânlıkları da ayrıdır.

 

İmân edip de kendini İslâmiyet’in bildirdiklerine uyduran Müslüman’dır. İslâmiyet’in bildirdiği hükümleri kendi arzularına, keyiflerine uydurmak isteyen ise, kâfirdir. Zira Allahü Teâlâ, dinleri, nefsin arzularını, keyiflerini kırmak ve taşkınlıklarını önlemek için göndermiştir.

 

Her din, kendisinden önce gelen dîni neshetmiş, değiştirmiştir. En son gelen ve her dîni değiştirmiş, daha doğrusu dinlerin hepsini kendinde toplamış olup, kıyâmete kadar hiç değişmiyecek olan din, Muhammed aleyhisselâmın dînidir. Bugün, Allahü Teâlâ’nın sevdiği, beğendiği din de, İslam dînidir. Bu dînin bildirdiği farzları yapanlara ve harâmlardan kaçınanlara Allahü Teâlâ, âhırette nimetler, iyilikler verecektir. Farzları yapmayanlara ve harâmlardan kaçınmayanlara, âhırette cezalar vardır.

 

Îmânı olmayanların farzları kabul olmaz. Farzları yapmayan müminlerin, sünnetleri kabul olmaz, yani bunlara sevap verilmez. Bunlar Peygamber Efendimize tâbi olmuş olmaz. Bir kimse, bütün farzları yapıp da, bir farzı özürsüz terk ederse, bu borcunu ödemedikçe, bu cinsten olan hiçbir nâfile ibâdetine ve sünnetine sevap verilmez.

 

Peygamber Efendimiz, Hazreti Ali'ye hitâben;

“Yâ Ali, insanlar fedâil, nâfilelerle meşgûl oldukları zaman, sen farzları tamamlamaya çalış” buyurmuştur.

 

Mubahlar iyi niyetle, güzel düşüncelerle yapılınca, insan sevap kazanır. Kötü niyetlerle yapılırsa veya bunları yapmak, bir farzı vaktinde eda etmeye mâni olursa, günah olurlar. Farzlar yapılırken, kötü niyetler karışırsa, borç ödenmiş ise de, sevap kazanılmaz, belki günah da olur.

 

Harâm işleyenlerin farzları ve sünnetleri sahih olur. Yani borçlarını ödemiş olurlar ise de, sevap kazanamazlar. Hadîka'da;

 

“Günahlardan sakınmayan Müslümanların ibâdetleri sahîh olsa da kabul olmaz” buyurulmaktadır...

 

Allahü Teâlâ cümlemizi her halükarda dinini doğru kaynaklardan, Hadis-i Şeriflerden, İslam Alimlerinin kitaplarından öğrenen ve iman eden salih kullarından eylesin. (Amin)

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
google-site-verification=17JdBYTmCkOQ47__lWfiskKil_Sy4SbKNeDzgk4fPXs
logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.