Ne kadar uzaklaşmıştı birbirinden hemen herkes.
Geniş aile bitmiş; çekirdek aileye; tek ebeveynli aileye dönüşmüştü.
Hatta aile bitiyor; yavaş yavaş tek başına yaşama dönüşüyordu.
Komşu, komşuyla; akraba, akrabayla mesafeyi açmıştı.
Neredeyse kimse, kendinden başkasını düşünmüyor, görmüyordu.
Etrafında ne kadar az insan olsa o kadar iyiydi.
Merhamet azalmıştı.
Sokağa çıkmak, nefes almak, gezip tozmak, koşmak, spor yapmak, eğlenmek, yemek, içmekte sınır yoktu.
Dilediğince hayal kurup, ardından gitmek; zenginlik, lüks, konfor içinde yaşamayı arzulamak ve çabası içinde zamanı tüketmek özgürlüğü vardı.
Son zamanlarda azalsa da dost, akraba, hasta ziyareti; selamlaşmak, tokalaşmak, kucaklaşmak, sarmak da vardı eskiden.
Tüm bunları irademizle, keyfimizce ve özgürce yapabiliyorduk.
“Normal hayatmış”!
“Yeni normal” diye kısıtlanmış bir düzene mahkum olunca anladık;
Her istediğinde sokağa çıkamazsın, çıktığında da havayı soluyamazsın. Dilediğin gibi yiyip, içemez; eğlenemez, spor yapamazsın.
Kültürel ve sosyal etkinlikler yapamazsın. Komşuya, akrabaya, dosta ziyarete gidemezsin.
Tokalaşamaz, sarıp, kucaklaşamazsın.
Hasta ziyaret edemezsin.
Salgın hastalığa her an bir tanıdığın, yakının maruz kalıyor, ilgilenemiyorsun.
Her an bir canını kaybediyorsun. Cenazesine, taziyesine gidemiyorsun.
Bu nasıl bir hayat, bu nasıl bir insanlık.
Duyguların allak, bullak.
Meğerse “normal hayat” nimetmiş!
İnsan sosyal bir varlık; insansız, doğasız, çevresiz, sevgisiz, ilgisiz, güvensiz, desteksiz ve merhametsiz yaşayamazmış.’
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
Halit Açar
‘Belki de insanın, kıymet anlaması gerekiyordu!
Ne kadar uzaklaşmıştı birbirinden hemen herkes.
Geniş aile bitmiş; çekirdek aileye; tek ebeveynli aileye dönüşmüştü.
Hatta aile bitiyor; yavaş yavaş tek başına yaşama dönüşüyordu.
Komşu, komşuyla; akraba, akrabayla mesafeyi açmıştı.
Neredeyse kimse, kendinden başkasını düşünmüyor, görmüyordu.
Etrafında ne kadar az insan olsa o kadar iyiydi.
Merhamet azalmıştı.
Sokağa çıkmak, nefes almak, gezip tozmak, koşmak, spor yapmak, eğlenmek, yemek, içmekte sınır yoktu.
Dilediğince hayal kurup, ardından gitmek; zenginlik, lüks, konfor içinde yaşamayı arzulamak ve çabası içinde zamanı tüketmek özgürlüğü vardı.
Son zamanlarda azalsa da dost, akraba, hasta ziyareti; selamlaşmak, tokalaşmak, kucaklaşmak, sarmak da vardı eskiden.
Tüm bunları irademizle, keyfimizce ve özgürce yapabiliyorduk.
“Normal hayatmış”!
“Yeni normal” diye kısıtlanmış bir düzene mahkum olunca anladık;
Her istediğinde sokağa çıkamazsın, çıktığında da havayı soluyamazsın. Dilediğin gibi yiyip, içemez; eğlenemez, spor yapamazsın.
Kültürel ve sosyal etkinlikler yapamazsın. Komşuya, akrabaya, dosta ziyarete gidemezsin.
Tokalaşamaz, sarıp, kucaklaşamazsın.
Hasta ziyaret edemezsin.
Salgın hastalığa her an bir tanıdığın, yakının maruz kalıyor, ilgilenemiyorsun.
Her an bir canını kaybediyorsun. Cenazesine, taziyesine gidemiyorsun.
Bu nasıl bir hayat, bu nasıl bir insanlık.
Duyguların allak, bullak.
Meğerse “normal hayat” nimetmiş!
İnsan sosyal bir varlık; insansız, doğasız, çevresiz, sevgisiz, ilgisiz, güvensiz, desteksiz ve merhametsiz yaşayamazmış.’