AK Parti’nin hangi şartlarda ve nasıl kurulduğu hepimizin malumudur. Bunu tekrar yazmanın manası da yoktur. Fakat bir noktayı atlamamak ve iyi analiz etmemiz gerekiyor. O da AK Parti’nin her şeyi sayılan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın hem siyasi rakiplerini, hem de alternatiflerini süreç içinde nasıl tek tek bertaraf etmeyi başardığını görmemiz ve iyi okumamız gerekir.
Şimdi hafızamızı biraz zorlayarak geriye gidelim. AK Parti 2001’de kuruldu, 2002’de girdiği ilk genel seçimde oyların yüzde 34,3'ünü alarak elde ettiği 365 milletvekilliği ile tek başına iktidar olmayı başardı. 3 Kasım 2002 genel seçiminde diğer partilerin oy oranları ise şöyle sıralandı. CHP yüzde 19, DYP yüzde 9, MHP yüzde 8, GP yüzde 7, DEHAP yüzde 6, ANAP yüzde 5, SP yüzde 2, DSP yüzde 1, YTP yüzde 1, BBP yüzde 1, diğerleri yüzde 7 dolayında oy aldı.
Bugün olduğu gibi, o günde yüzde 10’lu seçim barajının ortaya çıkardığı tablo, tamda AK Parti’nin istediği gibi çok parçalı ve dağınıktı. Dolayısıyla Erdoğan ve AK Parti kadroları, bu parçalı ve dağınık durumdan yararlanarak, hedeflerine ulaşabilmek için dönemine göre birçok kesimi etkilemeyi başararak,7 Haziran genel seçimlerine kadar güçlenerek gelmeyi başardı.
Peki, bunu nasıl yaptı. İlk etapta barajın altında kalan partilerin oylarına göz dikti. Cem Uzan’ın Genç Partisi’ne giden yüzde 7’lik oy oranını eritmek ve kendisine çekmek için Uzan’lara ait yolsuzluk dosyalarını haklı olarak kullanarak, tabiri caiz ise Uzan’ları Türkiye’den sildi.
Zaman içinde ANAP’a giden yüzde 5’lik ve diğer küçük partilere giden 1’er, 2’şer puanları söz konusu siyasi partilerin tepe yöneticilerini AK Parti’de belli görevlere getirerek, birer-ikişer ya siyaset sahnesinden yok olmalarını sağladı, ya da daha da küçülmelerine neden oldu.
Ancak AK Parti, güçlendikçe daha çok hırslandı, hırslandıkça kendisi dışındaki hiçbir siyasi oluşuma veya siyasi partilerin güçlenmesine izin vermedi. Elindeki iktidar gücünü kullanarak, baştan beri uyguladığı politikaları sürdürmeye devam etti. Nitekim öncelikle Demokrat Parti’nin başında bulunun Süleyman Soylu’yu önemli görevlere getirerek, adeta Demokrat Parti’nin tükenişini hızlandırdı.
Ama AK Parti’nin ilerde başına bela olabilecek bir parti kurulmuş ve söylemleriyle ciddi destek ve sempati görmeye başlamıştı. Bu parti Numan Kurtulmuş’un başında olduğu HAS Parti’ydi. Yavaş yavaş büyüyerek gelen tehlikeyi gören Erdoğan ve ekibi, HAS Parti’nin daha fazla büyümeden önünü kesmek için Numan Kurtulmuş’la pazarlık masasına oturdu. Kurtulmuş’da, kendi siyasi geleceği için dava arkadaşlarını yarı yolda bırakıp HAS Parti’yi kapattı ve arkasına dahi bakmadan AK Parti’ye dahil oldu.
AK Parti ve Erdoğan, yüzde 10’luk seçim barajı nedeniyle Kürt Siyasal Harekatı’nı ise ilk başlarda tehlike olarak görmedi veya söylemleriyle en azından Kürtlerin bir bölümünden desteğini dahi gördü. ‘Demokratik Açılım, Çözüm Süreci veya Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi’ gibi dönemlerle de, bugün hemen hemen herkesin üzerinde mutabık kaldığı ‘oyalama taktiğini’ başarılı bir şekilde uyguladı.
Tabii ki bu durum 7 Haziran genel seçimlerine gelince değişti. Çünkü Kürt Siyasi Harekatı yüzde 10’luk baraja rağmen seçime parti olarak girmek kararı almış, bu durum başta Erdoğan olmak üzere AK Partilileri tedirgin etmişti. Sürekli olarak Kürt Siyasal Harekatı’na ‘kendine güveniyorsan seçime parti olarak gir’ tenkidinde bulunan Erdoğan ve AK Partililer, bu kez tam tersi söylemler sarf etmeye başladı.
7 Haziran’dan sonra yaptırdığı 1150 odalı görkemli sarayında başkan olmayı bekleyen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın tüm hesapları, Kürt Siyasal Harekatı’nın yüzde 13.1 oy ve 80 milletvekili çıkartmasıyla altüst oldu.
13 yıllık maratonun sonunda sarayının sultanı olacağını bekleyen, bunun içinde birçok siyasi partiyi tarihin çöplüğüne gönderen veya minicik partiler durumuna düşüren, Abdullatif Şener, Bülent Arınç, Hüseyin Çelik, Abdullah Gül gibi beraber yürüdüğü yol arkadaşlarını bile gözünü kırpmadan arkada bırakan Cumhurbaşkanı Erdoğan, şimdi tüm umutlarını 1 Kasım’a bağlamış durumda… Bunun içinde gözü hiçbir şeyi görmüyor.
Tüm bunların ışığında aslında 1 Kasım sadece genel bir seçim olarak kalmayacak. Aynı zamanda hem Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, hem AK Parti’nin geleceği oylanacak, hem de yeni partinin kurulmasını hızlandıracaktır.
Son parantezimi ise Başbakan Ahmet Davutoğlu için açmak istiyorum. Şu anda görünen Davutoğlu portresi, Yıldırım Akbulut’u aratır durumda…
Başbakan Davutoğlu, IŞİD’i ‘nankörlükle’ suçluyor, miting meydanında halkı ‘beyaz toroslarla’ tehdit ediyor, ‘evlenmek isteyenlere kadın bulacaklarını’ ifade ediyor, ‘Ankara’daki bombalı saldırının ardından oyumuz arttı’ diyebiliyor, ‘zalimin yanında olacaklarını’ söyleyerek de siyaset tarihinin en büyük gaflarından birini yapıyor.
Sevgiyle kalın.
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
Ercan AKKAR
Beraber Yürdüklerini Yolda Bıraktı…
AK Parti’nin hangi şartlarda ve nasıl kurulduğu hepimizin malumudur. Bunu tekrar yazmanın manası da yoktur. Fakat bir noktayı atlamamak ve iyi analiz etmemiz gerekiyor. O da AK Parti’nin her şeyi sayılan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın hem siyasi rakiplerini, hem de alternatiflerini süreç içinde nasıl tek tek bertaraf etmeyi başardığını görmemiz ve iyi okumamız gerekir.
Şimdi hafızamızı biraz zorlayarak geriye gidelim. AK Parti 2001’de kuruldu, 2002’de girdiği ilk genel seçimde oyların yüzde 34,3'ünü alarak elde ettiği 365 milletvekilliği ile tek başına iktidar olmayı başardı. 3 Kasım 2002 genel seçiminde diğer partilerin oy oranları ise şöyle sıralandı. CHP yüzde 19, DYP yüzde 9, MHP yüzde 8, GP yüzde 7, DEHAP yüzde 6, ANAP yüzde 5, SP yüzde 2, DSP yüzde 1, YTP yüzde 1, BBP yüzde 1, diğerleri yüzde 7 dolayında oy aldı.
Bugün olduğu gibi, o günde yüzde 10’lu seçim barajının ortaya çıkardığı tablo, tamda AK Parti’nin istediği gibi çok parçalı ve dağınıktı. Dolayısıyla Erdoğan ve AK Parti kadroları, bu parçalı ve dağınık durumdan yararlanarak, hedeflerine ulaşabilmek için dönemine göre birçok kesimi etkilemeyi başararak,7 Haziran genel seçimlerine kadar güçlenerek gelmeyi başardı.
Peki, bunu nasıl yaptı. İlk etapta barajın altında kalan partilerin oylarına göz dikti. Cem Uzan’ın Genç Partisi’ne giden yüzde 7’lik oy oranını eritmek ve kendisine çekmek için Uzan’lara ait yolsuzluk dosyalarını haklı olarak kullanarak, tabiri caiz ise Uzan’ları Türkiye’den sildi.
Zaman içinde ANAP’a giden yüzde 5’lik ve diğer küçük partilere giden 1’er, 2’şer puanları söz konusu siyasi partilerin tepe yöneticilerini AK Parti’de belli görevlere getirerek, birer-ikişer ya siyaset sahnesinden yok olmalarını sağladı, ya da daha da küçülmelerine neden oldu.
Ancak AK Parti, güçlendikçe daha çok hırslandı, hırslandıkça kendisi dışındaki hiçbir siyasi oluşuma veya siyasi partilerin güçlenmesine izin vermedi. Elindeki iktidar gücünü kullanarak, baştan beri uyguladığı politikaları sürdürmeye devam etti. Nitekim öncelikle Demokrat Parti’nin başında bulunun Süleyman Soylu’yu önemli görevlere getirerek, adeta Demokrat Parti’nin tükenişini hızlandırdı.
Ama AK Parti’nin ilerde başına bela olabilecek bir parti kurulmuş ve söylemleriyle ciddi destek ve sempati görmeye başlamıştı. Bu parti Numan Kurtulmuş’un başında olduğu HAS Parti’ydi. Yavaş yavaş büyüyerek gelen tehlikeyi gören Erdoğan ve ekibi, HAS Parti’nin daha fazla büyümeden önünü kesmek için Numan Kurtulmuş’la pazarlık masasına oturdu. Kurtulmuş’da, kendi siyasi geleceği için dava arkadaşlarını yarı yolda bırakıp HAS Parti’yi kapattı ve arkasına dahi bakmadan AK Parti’ye dahil oldu.
AK Parti ve Erdoğan, yüzde 10’luk seçim barajı nedeniyle Kürt Siyasal Harekatı’nı ise ilk başlarda tehlike olarak görmedi veya söylemleriyle en azından Kürtlerin bir bölümünden desteğini dahi gördü. ‘Demokratik Açılım, Çözüm Süreci veya Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi’ gibi dönemlerle de, bugün hemen hemen herkesin üzerinde mutabık kaldığı ‘oyalama taktiğini’ başarılı bir şekilde uyguladı.
Tabii ki bu durum 7 Haziran genel seçimlerine gelince değişti. Çünkü Kürt Siyasi Harekatı yüzde 10’luk baraja rağmen seçime parti olarak girmek kararı almış, bu durum başta Erdoğan olmak üzere AK Partilileri tedirgin etmişti. Sürekli olarak Kürt Siyasal Harekatı’na ‘kendine güveniyorsan seçime parti olarak gir’ tenkidinde bulunan Erdoğan ve AK Partililer, bu kez tam tersi söylemler sarf etmeye başladı.
7 Haziran’dan sonra yaptırdığı 1150 odalı görkemli sarayında başkan olmayı bekleyen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın tüm hesapları, Kürt Siyasal Harekatı’nın yüzde 13.1 oy ve 80 milletvekili çıkartmasıyla altüst oldu.
13 yıllık maratonun sonunda sarayının sultanı olacağını bekleyen, bunun içinde birçok siyasi partiyi tarihin çöplüğüne gönderen veya minicik partiler durumuna düşüren, Abdullatif Şener, Bülent Arınç, Hüseyin Çelik, Abdullah Gül gibi beraber yürüdüğü yol arkadaşlarını bile gözünü kırpmadan arkada bırakan Cumhurbaşkanı Erdoğan, şimdi tüm umutlarını 1 Kasım’a bağlamış durumda… Bunun içinde gözü hiçbir şeyi görmüyor.
Tüm bunların ışığında aslında 1 Kasım sadece genel bir seçim olarak kalmayacak. Aynı zamanda hem Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, hem AK Parti’nin geleceği oylanacak, hem de yeni partinin kurulmasını hızlandıracaktır.
Son parantezimi ise Başbakan Ahmet Davutoğlu için açmak istiyorum. Şu anda görünen Davutoğlu portresi, Yıldırım Akbulut’u aratır durumda…
Başbakan Davutoğlu, IŞİD’i ‘nankörlükle’ suçluyor, miting meydanında halkı ‘beyaz toroslarla’ tehdit ediyor, ‘evlenmek isteyenlere kadın bulacaklarını’ ifade ediyor, ‘Ankara’daki bombalı saldırının ardından oyumuz arttı’ diyebiliyor, ‘zalimin yanında olacaklarını’ söyleyerek de siyaset tarihinin en büyük gaflarından birini yapıyor.
Sevgiyle kalın.