Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en ilginç genel seçimine doğru hızla ilerliyoruz. Demokrasisi zaten pamuk ipliğine bağlı olan Türkiye’de, askeri cuntadan mirası siyasi partiler ve seçim yasasına birde hallaç pamuğuna dönen anayasayı da eklersek, halkların iradesinin sürekli olarak meclise yansımadığını görebiliriz.
Gerçekten de tarihin en ilginç seçimine doğru gidiyoruz. 7 Haziran’da 13 yıl aradan sonra ilk kez tek başına iktidar olamayan AK Parti ve bu sonucun ortaya çıkardığı tablo nedeniyle ‘Başkan’ olamayan Cumhurbaşkanı, ülkeyi yeniden seçime götürmek için gerekli çabayı gösterdi ve bunda da muktedir oldu.
7 Haziran’dan sonraki süreçte pek anlam veremediğimiz, ileriki günlerde yavaş yavaş anlamaya başladığımız ve son olarak ‘bayrak ve teröre lanet mitinglerine’ paralel olarak geliştirilen ‘550 tane yerli ve milli milletvekili’ söylemi ile asıl niyetin ortaya çıktığını görüyoruz.
Bu söylem ve eylemlerle, halkların kardeşliği seçime kurban edilirken, peş peşe yaşanan birbirinden ilginç saldırı ve olaylarında kardeş halklar arasına geriye dönüşü imkansız uçurumlar yaratmaya devam ettiğini maalesef üzüntüyle görüyoruz.
Bugünü anlayabilmek için dün yaşanan birkaç olayı alt alta hatırlamakta yarar var. Öyle bir dil geliştirildi ki, Halkların Demokratik Partisi Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın belirttiğine göre, aralarında genel merkezlerinin de bulunduğu 305 parti binasına polis-jandarma veya kamu görevlileri gözetiminde saldırı gerçekleşti.
Birçok yerde buna benzer olaylar yaşandı, ama ben sadece bir örnek vereyim. Antalya'nın Manavgat ilçesinde Kürtlere ait olan ve Türk bayrağı asılı olmayan işyerlerine saldırıldı çok sayıda işyeri ateşe verildi. Mehmet Acar isimli kişi bıçaklanarak öldürüldü.
İstanbul Çağlayan’da ailesi ile Kürtçe konuşan Sedat Akbaş adlı Kürt genci, bir grubun bıçaklı saldırısına uğradı. 21 yaşındaki Akbaş aldığı bıçak darbeleri nedeniyle yaşamını yitirdi.
Aslen Siverekli olan İbrahim Çay, 8 yıldan bu yana Muğla’nın Seydikemer ilçesinde birkaç dönümlük arazisinde seracılık yapıyordu. Yıllarca hiçbir sorun yaşamayan Çay, yaratılan şiddet ortamından nasibini alanlardandı. Çay, Peşmerge kıyafeti giydiği gerekçesiyle dövüldü, giysisi parçalandı, zorla Atatürk büstü öptürüldü. En acı olanı da Çay’ın,"Arkamdan bağırdılar, ‘Terörist kaçıyor’ diye. Arkamı döndüm, kişilerin hepsini tanıyorum, kapı komşum hepsi" demesiydi. Ne kadar acı değil mi? Yıllarca her şeyini paylaştığın komşuların seni öldürmek istiyor. Tıpkı Suriye’de olduğu gibi…
Dahası da var. Sağa-sola,’ölünüzü dirinizi bir gün hepinizi ay yıldızlı bayrağa selam durduracağız’ yazılı afiş mi dersiniz, Antalya'nın Gündoğmuş ilçesinin AK Partili Belediye Başkanı Mehmet Özeren’in, ‘Camide namaz kılıp sandıkta HDP'ye oy veren Kürt benim kardeşim olamaz. Kardeşlik yüce bir makamdır’ diyerek Müslümanlığı kendi tekelinde sananlar mı dersiniz, kısacası Kürtlere yönelik her türlü hakaret cezasız kaldı.
Tüm bunları kim ve neden yaptı? Doğrusunu isterseniz 6-8 Ekim Kobanê olaylarında da bunun bir provasını yaşadık. Ellerinde çivili sopalar, bıçak ve palalarla, güvenlik güçlerinin yanında yürüyen bazı gruplar ortaya çıkıyor, Kürtlerin yaşadığı mahallelere yürüyerek yakıp-yıktıktan sonra ortadan kayboluyordu.
Bugünlerde de aynı şeyleri yaşıyoruz. 6-8 Ekim’de yaşananlara Vandalizm diyenler ve sadece bir-iki kişinin üzerinden politika üretenler, bugün neden tüm bu olanlara sessiz kalıyor ve neden tüm bu olanları Vandalizm olarak görmüyor.
Tüm bunların nedenini bazı siyasetçiler ve sokaktaki vatandaş, tek başına iktidar ve seçime bağlıyor. Kürt oylarını kaybedenlerin, gözünü milliyetçi oylara çevirdiğini söylüyor. Ama bu yapılırken de, Kürtlerin oylarının kullanmaması için çeşitli entrikalar geliştirildiğini de ekliyorlar.
Bazı siyasetçi ve sokaktaki vatandaşlar bunları, taşımalı sandık, nüfusla oynayarak bölgede seçmenlerin oy kullanmasını engellemek, çatışmalı ortam ve saldırılarla HDP’nin seçimlere hazırlanmasını engellemek ve HDP’yi barajın altına iterek hem 400 milletvekiline, hem de Kürt ve diğer etnik halkların meclise girmesini önleyerek, 550 tane yerli ve milli vekil hedefine ulaşmak olarak sıralıyor.
Son birkaç cümle; Suudi Arabistan’da hac farizasını yerine getiren 769 hacı öldü, 800’ünüzerinde hacı ise yaralandı. Birkaç yılda bir böylesi facialar sürekli yaşanıyor. Suudi yetkililer, her nedense bir türlü gerekli önlemleri almıyor veya yeni projeler üretmiyor. Hac neredeyse bir turizm gelirine dönmüş durumda.
İlk etapta bu büyük faciada suçu hacılarda bulan yetkililer, bazı İslam ülkelerinden gelen tepkiler üzerine doksan derece dönüş yaptı. Suudi Arabistan Kralı Salman bin Abdülaziz, Hac Bakanı, Mekke Belediye Başkanı ve Mekke Emniyet Müdürünü görevden aldı. Tüm bunlara rağmen bizim yetkililer ise, Suudi yetkilileri savunmayı sürdürüyor. Ne kadar ilginç değil mi?
Sevgiyle kalın.
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
Ercan AKKAR
Bunlarda vandalizm değil mi?
Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en ilginç genel seçimine doğru hızla ilerliyoruz. Demokrasisi zaten pamuk ipliğine bağlı olan Türkiye’de, askeri cuntadan mirası siyasi partiler ve seçim yasasına birde hallaç pamuğuna dönen anayasayı da eklersek, halkların iradesinin sürekli olarak meclise yansımadığını görebiliriz.
Gerçekten de tarihin en ilginç seçimine doğru gidiyoruz. 7 Haziran’da 13 yıl aradan sonra ilk kez tek başına iktidar olamayan AK Parti ve bu sonucun ortaya çıkardığı tablo nedeniyle ‘Başkan’ olamayan Cumhurbaşkanı, ülkeyi yeniden seçime götürmek için gerekli çabayı gösterdi ve bunda da muktedir oldu.
7 Haziran’dan sonraki süreçte pek anlam veremediğimiz, ileriki günlerde yavaş yavaş anlamaya başladığımız ve son olarak ‘bayrak ve teröre lanet mitinglerine’ paralel olarak geliştirilen ‘550 tane yerli ve milli milletvekili’ söylemi ile asıl niyetin ortaya çıktığını görüyoruz.
Bu söylem ve eylemlerle, halkların kardeşliği seçime kurban edilirken, peş peşe yaşanan birbirinden ilginç saldırı ve olaylarında kardeş halklar arasına geriye dönüşü imkansız uçurumlar yaratmaya devam ettiğini maalesef üzüntüyle görüyoruz.
Bugünü anlayabilmek için dün yaşanan birkaç olayı alt alta hatırlamakta yarar var. Öyle bir dil geliştirildi ki, Halkların Demokratik Partisi Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın belirttiğine göre, aralarında genel merkezlerinin de bulunduğu 305 parti binasına polis-jandarma veya kamu görevlileri gözetiminde saldırı gerçekleşti.
Birçok yerde buna benzer olaylar yaşandı, ama ben sadece bir örnek vereyim. Antalya'nın Manavgat ilçesinde Kürtlere ait olan ve Türk bayrağı asılı olmayan işyerlerine saldırıldı çok sayıda işyeri ateşe verildi. Mehmet Acar isimli kişi bıçaklanarak öldürüldü.
İstanbul Çağlayan’da ailesi ile Kürtçe konuşan Sedat Akbaş adlı Kürt genci, bir grubun bıçaklı saldırısına uğradı. 21 yaşındaki Akbaş aldığı bıçak darbeleri nedeniyle yaşamını yitirdi.
Aslen Siverekli olan İbrahim Çay, 8 yıldan bu yana Muğla’nın Seydikemer ilçesinde birkaç dönümlük arazisinde seracılık yapıyordu. Yıllarca hiçbir sorun yaşamayan Çay, yaratılan şiddet ortamından nasibini alanlardandı. Çay, Peşmerge kıyafeti giydiği gerekçesiyle dövüldü, giysisi parçalandı, zorla Atatürk büstü öptürüldü. En acı olanı da Çay’ın,"Arkamdan bağırdılar, ‘Terörist kaçıyor’ diye. Arkamı döndüm, kişilerin hepsini tanıyorum, kapı komşum hepsi" demesiydi. Ne kadar acı değil mi? Yıllarca her şeyini paylaştığın komşuların seni öldürmek istiyor. Tıpkı Suriye’de olduğu gibi…
Dahası da var. Sağa-sola,’ölünüzü dirinizi bir gün hepinizi ay yıldızlı bayrağa selam durduracağız’ yazılı afiş mi dersiniz, Antalya'nın Gündoğmuş ilçesinin AK Partili Belediye Başkanı Mehmet Özeren’in, ‘Camide namaz kılıp sandıkta HDP'ye oy veren Kürt benim kardeşim olamaz. Kardeşlik yüce bir makamdır’ diyerek Müslümanlığı kendi tekelinde sananlar mı dersiniz, kısacası Kürtlere yönelik her türlü hakaret cezasız kaldı.
Tüm bunları kim ve neden yaptı? Doğrusunu isterseniz 6-8 Ekim Kobanê olaylarında da bunun bir provasını yaşadık. Ellerinde çivili sopalar, bıçak ve palalarla, güvenlik güçlerinin yanında yürüyen bazı gruplar ortaya çıkıyor, Kürtlerin yaşadığı mahallelere yürüyerek yakıp-yıktıktan sonra ortadan kayboluyordu.
Bugünlerde de aynı şeyleri yaşıyoruz. 6-8 Ekim’de yaşananlara Vandalizm diyenler ve sadece bir-iki kişinin üzerinden politika üretenler, bugün neden tüm bu olanlara sessiz kalıyor ve neden tüm bu olanları Vandalizm olarak görmüyor.
Tüm bunların nedenini bazı siyasetçiler ve sokaktaki vatandaş, tek başına iktidar ve seçime bağlıyor. Kürt oylarını kaybedenlerin, gözünü milliyetçi oylara çevirdiğini söylüyor. Ama bu yapılırken de, Kürtlerin oylarının kullanmaması için çeşitli entrikalar geliştirildiğini de ekliyorlar.
Bazı siyasetçi ve sokaktaki vatandaşlar bunları, taşımalı sandık, nüfusla oynayarak bölgede seçmenlerin oy kullanmasını engellemek, çatışmalı ortam ve saldırılarla HDP’nin seçimlere hazırlanmasını engellemek ve HDP’yi barajın altına iterek hem 400 milletvekiline, hem de Kürt ve diğer etnik halkların meclise girmesini önleyerek, 550 tane yerli ve milli vekil hedefine ulaşmak olarak sıralıyor.
Son birkaç cümle; Suudi Arabistan’da hac farizasını yerine getiren 769 hacı öldü, 800’ünüzerinde hacı ise yaralandı. Birkaç yılda bir böylesi facialar sürekli yaşanıyor. Suudi yetkililer, her nedense bir türlü gerekli önlemleri almıyor veya yeni projeler üretmiyor. Hac neredeyse bir turizm gelirine dönmüş durumda.
İlk etapta bu büyük faciada suçu hacılarda bulan yetkililer, bazı İslam ülkelerinden gelen tepkiler üzerine doksan derece dönüş yaptı. Suudi Arabistan Kralı Salman bin Abdülaziz, Hac Bakanı, Mekke Belediye Başkanı ve Mekke Emniyet Müdürünü görevden aldı. Tüm bunlara rağmen bizim yetkililer ise, Suudi yetkilileri savunmayı sürdürüyor. Ne kadar ilginç değil mi?
Sevgiyle kalın.