Birkaç yıl da olsa, silahların patlamamasının, ellerin tetikten çekilmesinin, insanların ölmemesinin, anaların ağlamamasının ne kadar güzel olduğunu tekrardan yaşadık-gördük.
Kürdistan coğrafyasında bu duyguyu çok uzun bir süreden bu yana unutmuştuk. Unutmuştuk diyorum çünkü neredeyse bir kuşak, hiç olağan bir şey yaşayıp görmedi ki… Bir kuşak ya askeri darbe, ya Olağan Üstü Hal uygulamalarıyla düşe-kalka bu yaşa geldi.
Bir kuşak, 1980’li yıllarda askeri cunta yönetiminin akla-hayale gelmeyen işkence ve yöntemlerini duydu-gördü ve bunlara içten içe ağladı. Ve ellerini Yaradan’a açarak, bu kadar acıyı yaşayan insanların haklarının yerde kalmaması için dualar etti.
O kuşak, 1990’lı yıllarda ise, askeri cunta yönetiminin sivillere devrettiği ve sivillerinde kendi iktidarlarını güçlendirmek ve ömür boyu iktidarda kalmak için sıkı sıkıya sarıldığı ve değiştirmeyi akıllarının ucundan dahi geçirmediği baskıcı Anayasa’yı gördü.
O kuşak, ne görmedi ki…
-Vergi verdiği ve hizmet beklediği devlet tarafından evleri yakılıp-yıkıldı.
-Yeraltı ve yerüstü en zengin kaynaklara sahip olmasına rağmen hep yoksul yaşadı, hep açlıkla terbiye edilmeye çalışıldı.
-3-4 milyonu yerinden yurdundan edildi.
-Onlarcasına köy meydanlarında hem de çoluğunun-çocuğunun gözü önünde insanlık onurunu ayaklar altına alan, akla ziyan işkenceler yapıldı, dışkı dahi yedirildi.
-Binlerce insan, kendisini korumakla yükümlü olan devletin derin güçleri tarafından bazıları evinden alınarak, bazıları sokakta yürürken, bazıları yaylada, bazıları dağlarda, bazıları asit kuyularına atılarak, bazıları da gözdağı verilircesine infaz edildi, faili meçhul cinayetlere kurban gitti.
-Milyonlarca insan göç ettikleri şehirlerde üretici konumundan tüketici konumuna düştü.
-Hiçbir mahkeme hak, hukuk, adalet arayanın sesini duymadı veya duymak istemedi.
-Onlarca kişi 1980’de olduğu gibi zindanlara atıldı, işkenceden geçirildi.
-Dağ yerine ‘düz ova da siyaset yapmayı’ önerenler, milletvekili olanların dokunulmazlığını kaldırdı, mecliste yaka-paça gözaltına aldı.
-Her siyasi iktidar tarafından oy verdiklerinde iyi, vermediklerinde ‘nankör’ olarak ilan edilerek, eski yöntemlerle yeniden dizayn edilmeye çalışıldılar.
-Dönem dönem ‘demokratik açılım’, dönem dönem ‘milli birlik ve kardeşlik projesi’ dönem dönem ‘çözüm süreci’ diyerek umut verdiler, iktidarlarına uymayınca yeniden başa döndüler.
-‘Müzakere’ dediler, ‘masa’ kurdular, oy kaybedince de hepsini inkar ettiler.
-Bazen 3 muhataptan bir-ikisini iyi, bir-ikisini kötü göstermek için çabaladılar ancak, başarılı olamadılar.
-Et-tırnak hikayesi anlattılar, uzayan tırnağı kesip atmaktan hiçbir zaman geri kalmadılar.
Bugün yine ölüm, kan, gözyaşı, nefret söylemi, siyasi çıkarlar var.
Bugün yine Silopi’den Cizre’ye, Diyarbakır’dan Urfa’ya, Ağrı’dan Van’a, İstanbul’dan Iğdır’a kadar hemen hemen her yerde eski yöntemlere dönüş var.
Bugün yine birçok cumhurbaşkanı, başbakan ve genelkurmay başkanı ile onlarca içişleri, dışişleri bakanı ve emniyet genel müdürü eskiten sorunda başa dönüldü, eski yöntemler benimsendi.
Bugün yine güvenlikçi politikalar devreye sokuldu, korku ve panik yaratılmaya çalışılarak sorun asker ve polise havale edildi.
Yukarıda da belirttiğim gibi daha önce denenmedik, yapılmadık, yöntem kalmadı. Yapılmayan tek şey, eski yöntemleri bir tarafa bırakarak onurlu bir barışın yolunu açmaktır.
Sevgiyle kalın.
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Ercan AKKAR
Onurlu barış şart...
Birkaç yıl da olsa, silahların patlamamasının, ellerin tetikten çekilmesinin, insanların ölmemesinin, anaların ağlamamasının ne kadar güzel olduğunu tekrardan yaşadık-gördük.
Kürdistan coğrafyasında bu duyguyu çok uzun bir süreden bu yana unutmuştuk. Unutmuştuk diyorum çünkü neredeyse bir kuşak, hiç olağan bir şey yaşayıp görmedi ki… Bir kuşak ya askeri darbe, ya Olağan Üstü Hal uygulamalarıyla düşe-kalka bu yaşa geldi.
Bir kuşak, 1980’li yıllarda askeri cunta yönetiminin akla-hayale gelmeyen işkence ve yöntemlerini duydu-gördü ve bunlara içten içe ağladı. Ve ellerini Yaradan’a açarak, bu kadar acıyı yaşayan insanların haklarının yerde kalmaması için dualar etti.
O kuşak, 1990’lı yıllarda ise, askeri cunta yönetiminin sivillere devrettiği ve sivillerinde kendi iktidarlarını güçlendirmek ve ömür boyu iktidarda kalmak için sıkı sıkıya sarıldığı ve değiştirmeyi akıllarının ucundan dahi geçirmediği baskıcı Anayasa’yı gördü.
O kuşak, ne görmedi ki…
-Vergi verdiği ve hizmet beklediği devlet tarafından evleri yakılıp-yıkıldı.
-Yeraltı ve yerüstü en zengin kaynaklara sahip olmasına rağmen hep yoksul yaşadı, hep açlıkla terbiye edilmeye çalışıldı.
-3-4 milyonu yerinden yurdundan edildi.
-Onlarcasına köy meydanlarında hem de çoluğunun-çocuğunun gözü önünde insanlık onurunu ayaklar altına alan, akla ziyan işkenceler yapıldı, dışkı dahi yedirildi.
-Binlerce insan, kendisini korumakla yükümlü olan devletin derin güçleri tarafından bazıları evinden alınarak, bazıları sokakta yürürken, bazıları yaylada, bazıları dağlarda, bazıları asit kuyularına atılarak, bazıları da gözdağı verilircesine infaz edildi, faili meçhul cinayetlere kurban gitti.
-Milyonlarca insan göç ettikleri şehirlerde üretici konumundan tüketici konumuna düştü.
-Hiçbir mahkeme hak, hukuk, adalet arayanın sesini duymadı veya duymak istemedi.
-Onlarca kişi 1980’de olduğu gibi zindanlara atıldı, işkenceden geçirildi.
-Dağ yerine ‘düz ova da siyaset yapmayı’ önerenler, milletvekili olanların dokunulmazlığını kaldırdı, mecliste yaka-paça gözaltına aldı.
-Her siyasi iktidar tarafından oy verdiklerinde iyi, vermediklerinde ‘nankör’ olarak ilan edilerek, eski yöntemlerle yeniden dizayn edilmeye çalışıldılar.
-Dönem dönem ‘demokratik açılım’, dönem dönem ‘milli birlik ve kardeşlik projesi’ dönem dönem ‘çözüm süreci’ diyerek umut verdiler, iktidarlarına uymayınca yeniden başa döndüler.
-‘Müzakere’ dediler, ‘masa’ kurdular, oy kaybedince de hepsini inkar ettiler.
-Bazen 3 muhataptan bir-ikisini iyi, bir-ikisini kötü göstermek için çabaladılar ancak, başarılı olamadılar.
-Et-tırnak hikayesi anlattılar, uzayan tırnağı kesip atmaktan hiçbir zaman geri kalmadılar.
Bugün yine ölüm, kan, gözyaşı, nefret söylemi, siyasi çıkarlar var.
Bugün yine Silopi’den Cizre’ye, Diyarbakır’dan Urfa’ya, Ağrı’dan Van’a, İstanbul’dan Iğdır’a kadar hemen hemen her yerde eski yöntemlere dönüş var.
Bugün yine birçok cumhurbaşkanı, başbakan ve genelkurmay başkanı ile onlarca içişleri, dışişleri bakanı ve emniyet genel müdürü eskiten sorunda başa dönüldü, eski yöntemler benimsendi.
Bugün yine güvenlikçi politikalar devreye sokuldu, korku ve panik yaratılmaya çalışılarak sorun asker ve polise havale edildi.
Yukarıda da belirttiğim gibi daha önce denenmedik, yapılmadık, yöntem kalmadı. Yapılmayan tek şey, eski yöntemleri bir tarafa bırakarak onurlu bir barışın yolunu açmaktır.
Sevgiyle kalın.