Ölümlerin yaşanmaması ve gençlerin toprağa düşmemesi harika bir duygu…
Evlere ateş düşmemesi, en önemlisi de anaların ağlamaması ne kadar önemli değil mi?
Aslında yüzyılların meselesi olan ancak, son 30 yılda savaşı yürütenler tarafından da kabul gördüğü gibi, ‘düşük yoğunluklu savaş ve yöntemleri’ ülkenin kaynaklarını, zenginliklerini ve de en önemlisi 50 bin canını yok etti, coğrafyanın insanlarının ağlamaktan gözlerinde yaşların tükenmesine neden oldu.
Abdullah Öcalan’ın 2013 Newroz’unda yaptığı çağrı ile bir ateşkes süreci başlamış, barış için umutlar yeşermişti. Çocukları asker, polis olan Türk anaları en azından 3 yıldan bu yana rahat bir nefes almıştı.
Kürt anaları ise, bu durumdan memnun olmalarına rağmen Suriye’de yaşanan savaş nedeniyle çocuklarını toprağa vermeye devam etmişti.
Ne hikmetse siyasiler ve ülkeyi yöneten kadrolar, bu durumdan memnun olmaları gereken yerde seçimlerin yarattığı ortam ile barış için kurulu masaları yerle bir etmekle kalmayarak, ardı ardına yaşanan provokasyonlarla birbirlerini suçlama yolunu seçmiş ve halende suçlamayı sürdürüyorlar.
Tendürek'te başlayan, Suruç’ta doruğa ulaşan ve yaklaşık 3 yıl aradan sonra yeniden havalanan savaş uçaklarının bir anda her şeyi ters-düz ettiği bir kaos ortamına yeniden gelindi. Yani 1990’lı yılların konseptine yeniden dönüş yapıldı.
Aslında her şey 7 Haziran genel seçimleri öncesi başladı. 7 Haziran seçimleri öncesi, Başbakanlığı bırakıp Yeditepe’deki Saray’a yerleşen, AK Parti ve onun onursal başkanı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 13 yıllık iktidarlarının sonuna gelindiğini yavaş yavaş hissedince meydanlara inmiş, ‘Türk Usulü Başkan’ olabilmek için 400 milletvekili istemişti.
Seçim neticesinde Başkanlık hayalleri suya düşen, ‘çözüm sürecinin mimarı benim’ diyen ve çözüm sürecini yine kendisi bitiren Erdoğan istifa etmiş, meşruluğu tartışılan bir hükümetle ilk günden beri dediği gibi, iktidardan inmeden seçimin yenilenmesi yoluna gitmeyi kafasına koymuş, koalisyon kurulması yollarını neredeyse her kanaldan tıkamış gibi görünüyor.
Suriye’deki iç savaşın başından bu yana gerek Beşşar Esad, gerekse IŞİD politikaları nedeniyle Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği ülkelerinin tartışılan ülkesi konumundaki Türkiye, son birkaç gündür,IŞİD’le mücadele adı altında aslında hem çözüm sürecini tamamen bitirdi, hem de 7 Haziran’daki seçimin ağır faturasını kendisine yaşatanları cezalandırma yönünü seçti.
Daha Diyarbakır ve Suruç’ta yaşanan bombalama olayları ve arkasındaki gerçekler aydınlatılmadan, hem bu olaylar gündemden düşürüldü, hem de yeniden eller tetiğe giderek, yeniden kan akmaya başladı.
Şimdi; sokaklarda yeniden gerginlik hakim.
Şimdi; herkesin yüzü yeniden asıldı.
Şimdi; hem asker, hem polis, hem de gerilla anneleri endişeli.
Şimdi; iş dünyası tedirgin ve yeni yatırımlar askıya alınacağı yönünde iddialar var.
Şimdi; yeniden 90’lı yıllarda olduğu gibi her yerde kontrol noktaları bulunuyor.
Şimdi; yeniden gözaltı furyası başladı ve bunun daha da artacağı yönünde emareler görünüyor.
Şimdi; yine demokrasi ve hukuk yönünde hak ihlallerinin artacağından endişe duyuluyor.
Şimdi; savaş uçaklarının kalkmasıyla birlikte bazı basın yayın kuruluşlarına getirilen yasakların artmasından korkuluyor.
Şimdi; Suriye politikasında ne yapılacağı merak ediliyor.
Şimdi; hep beraber daha önce de gördüğümüz gibi, savaşmak mı, yoksa barışmak mı zor bir kez daha göreceğiz.
Sevgiyle kalın.
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Ercan AKKAR
Savaşmak mı zor, barışmak mı?
Barış ve barışmak ne kadar güzel.
Sevgiyle kalın.