Çok sıkıntılı ve bir o kadarda gergin geçeceğe benzer bir sürece giriyoruz. Bunun sinyallerini de görmeye başladık. Herşey 7 Haziran’daki seçime endeksli ilerliyor ve önümüzdeki 2,5 aylık zaman diliminin de böyle geçeceği muhakkak…
Çünkü iktidarda bulunan Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), bundan önce olduğu gibi, bu seçimde de meydanlarda milliyetçi söylemlerinin dozunu arttıracağa benziyor.
AKP böyle yaparak ekonomideki kırılmaları, mutfaktaki yangını, işsizliği, eğitim ve sağlıktaki gerilemeyi, doğa tahribatlarını, insan hak ve ihlallerini, hukuktaki yeni yapılanmayı, Kürt sorununu, barış sürecini, AKP hakkındaki yolsuzluk iddiaları ile çıkar ilişkilerinin konuşulmasını önleyeceği gibi taraftarları arasında safları yeniden sıkılaştırmayı amaçlıyor.
Peki, bunu kim yapacak?
Başbakan Ahmet Davutoğlu mu?
Yoksa Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan mı?
Asıl can alıcı soruda burada… Normalde AKP’nin lideri olan Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun bunu yapması gerekiyor. Ancak görünen o ki bu rolü de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan üstlenecek ve meydanlara inerek ki, çoktan indi bile, geleceği için oy isteyecek.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, her seçim öncesi olduğu gibi, yine medya ve anket şirketleri üzerinden oluşturacağı algıyı, ekranlarda kendi belirleyeceği eksende sürmesini sağlayacaktır.
Mesela; Kürt sorunu, Kürtsüz tartıştırılacak.
Mesela; barış süreci taraflarından birinin eksikliğiyle konuşulacak.
Mesela; Meksika modeli başkanlığın, nasıl Türk modeli başkanlığa uyarlanacağı AKP’li hukukçular tarafından gündeme getirilecek.
Mesela; 11 yıl kolkola, yanyana, birlikte yürüdükleri cemaatin, işleri bittikten sonra nasıl paralel yapıya dönüştüğü delilleriyle ortaya serilecek.
Mesela; ekonomistlerin, suni rakamlarla ekonominin nasıl uçtuğunu anlatacaklarına şahitlik edeceğiz.
Mesela; bir süre sonra provokasyon olduğu ortaya çıkması muhtemel bazı olaylarınnasıl tek taraflı anlatıldığına hayretler içinde izleyeceğiz.
Mesela; 40 yıldır tamamlanamayan Güneydoğu Anadolu Projesi’nin pişirilip pişirilip yeniden halkın önüne yeni bir yemekmiş gibi sunulduğunu gözlemleyeceğiz.
Mesela; 12 Ağustos 2005’de Başbakanken Diyarbakır'da ‘Kürt sorunu vardır, en başta benim sorunumdur ve daha fazla demokrasi içinde çözülecektir’ sözlerinin bugün Cumhurbaşkanıyken; ‘Kardeşim ne Kürt sorunu ya. Artık böyle bir şey yok. Bir Kürt olarak neyin eksik senin’ şeklini almasını 8 Haziran’a kadar mecburen göreceğiz-izleyeceğiz.
HALEPÇE KATLİAMI
Dünyanın en büyük insanlık trajedilerinden biri olarak kabul edilen ve Kürtlere yönelik gerçekleştirilen Halepçe Katliamı'nın üzerinden 27 yıl geçti.
Bundan tam 27 yıl önce; 16 Mart 1988’de Saddam Hüseyin'in emriyle Irak ordusuna ait uçaklar Halepçe’ye kimyasal gaz bombaları attı. Çoğu kadın ve çocuk kimine göre 5, kimine göre 6 bin kişi öldü, yine kimine göre 7, kimine göre ise, 10 bin kişi de yaralandı.
Yıllar sonra bu katliamın emrini veren Saddam Hüseyin ve emri uygulayan ‘Kimyasal Ali’ lakaplı Korgeneral Ali Hasan al-Majid al-Tikriti Kürtler tarafından idam edildi.
Kürtlerin tarihinde bu tür onlarca olay bulunmaktadır. Kürtler, bir daha böylesi katliam ve imhaya maruz kalmamak için Kobanê ve Şengal’deki gibi birlik olmalı ve parçalanmış görüntü vermemelidir.
Dip not: Pazar günü Yüksek Öğretime Geçiş Sınavı vardı. Öğrencimizle sınav yeri olan Dicle Üniversitesi’ne 45 dakikada gidebildik, 1 saat 30 dakikada dönebildik. Öğrencimiz sınavdan çok yolda yoruldu. Böyle bir günde güzergah boyunca kentin trafiğinden sorumlu hiç kimseyi maalesef göremedik.
Bir gazeteci olarak yıllarca Diyarbakır’ın, Van’ın, Urfa’nın trafik sorununu yazıp-çizdim. Fakat nafile, bir arpa boyu yol alınamadığını gördüm. Manzara aynı, yine uzun kuyruklar, yine park sorunu ve bunun getirdiği gerilimle birlikte yaşanan kavgalar. Önümüzde seçim var. Trafik sorununun çözümü konusunda muhataplara bu dönemde daha fazla baskı kurması gerektiği inancındayım.
Sevgiyle kalın.
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
Ercan AKKAR
Bir Öyle, Bir Böyle…
Çok sıkıntılı ve bir o kadarda gergin geçeceğe benzer bir sürece giriyoruz. Bunun sinyallerini de görmeye başladık. Herşey 7 Haziran’daki seçime endeksli ilerliyor ve önümüzdeki 2,5 aylık zaman diliminin de böyle geçeceği muhakkak…
Çünkü iktidarda bulunan Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), bundan önce olduğu gibi, bu seçimde de meydanlarda milliyetçi söylemlerinin dozunu arttıracağa benziyor.
AKP böyle yaparak ekonomideki kırılmaları, mutfaktaki yangını, işsizliği, eğitim ve sağlıktaki gerilemeyi, doğa tahribatlarını, insan hak ve ihlallerini, hukuktaki yeni yapılanmayı, Kürt sorununu, barış sürecini, AKP hakkındaki yolsuzluk iddiaları ile çıkar ilişkilerinin konuşulmasını önleyeceği gibi taraftarları arasında safları yeniden sıkılaştırmayı amaçlıyor.
Peki, bunu kim yapacak?
Başbakan Ahmet Davutoğlu mu?
Yoksa Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan mı?
Asıl can alıcı soruda burada… Normalde AKP’nin lideri olan Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun bunu yapması gerekiyor. Ancak görünen o ki bu rolü de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan üstlenecek ve meydanlara inerek ki, çoktan indi bile, geleceği için oy isteyecek.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, her seçim öncesi olduğu gibi, yine medya ve anket şirketleri üzerinden oluşturacağı algıyı, ekranlarda kendi belirleyeceği eksende sürmesini sağlayacaktır.
Mesela; Kürt sorunu, Kürtsüz tartıştırılacak.
Mesela; barış süreci taraflarından birinin eksikliğiyle konuşulacak.
Mesela; Meksika modeli başkanlığın, nasıl Türk modeli başkanlığa uyarlanacağı AKP’li hukukçular tarafından gündeme getirilecek.
Mesela; 11 yıl kolkola, yanyana, birlikte yürüdükleri cemaatin, işleri bittikten sonra nasıl paralel yapıya dönüştüğü delilleriyle ortaya serilecek.
Mesela; ekonomistlerin, suni rakamlarla ekonominin nasıl uçtuğunu anlatacaklarına şahitlik edeceğiz.
Mesela; bir süre sonra provokasyon olduğu ortaya çıkması muhtemel bazı olaylarınnasıl tek taraflı anlatıldığına hayretler içinde izleyeceğiz.
Mesela; 40 yıldır tamamlanamayan Güneydoğu Anadolu Projesi’nin pişirilip pişirilip yeniden halkın önüne yeni bir yemekmiş gibi sunulduğunu gözlemleyeceğiz.
Mesela; 12 Ağustos 2005’de Başbakanken Diyarbakır'da ‘Kürt sorunu vardır, en başta benim sorunumdur ve daha fazla demokrasi içinde çözülecektir’ sözlerinin bugün Cumhurbaşkanıyken; ‘Kardeşim ne Kürt sorunu ya. Artık böyle bir şey yok. Bir Kürt olarak neyin eksik senin’ şeklini almasını 8 Haziran’a kadar mecburen göreceğiz-izleyeceğiz.
HALEPÇE KATLİAMI
Dünyanın en büyük insanlık trajedilerinden biri olarak kabul edilen ve Kürtlere yönelik gerçekleştirilen Halepçe Katliamı'nın üzerinden 27 yıl geçti.
Bundan tam 27 yıl önce; 16 Mart 1988’de Saddam Hüseyin'in emriyle Irak ordusuna ait uçaklar Halepçe’ye kimyasal gaz bombaları attı. Çoğu kadın ve çocuk kimine göre 5, kimine göre 6 bin kişi öldü, yine kimine göre 7, kimine göre ise, 10 bin kişi de yaralandı.
Yıllar sonra bu katliamın emrini veren Saddam Hüseyin ve emri uygulayan ‘Kimyasal Ali’ lakaplı Korgeneral Ali Hasan al-Majid al-Tikriti Kürtler tarafından idam edildi.
Kürtlerin tarihinde bu tür onlarca olay bulunmaktadır. Kürtler, bir daha böylesi katliam ve imhaya maruz kalmamak için Kobanê ve Şengal’deki gibi birlik olmalı ve parçalanmış görüntü vermemelidir.
Dip not: Pazar günü Yüksek Öğretime Geçiş Sınavı vardı. Öğrencimizle sınav yeri olan Dicle Üniversitesi’ne 45 dakikada gidebildik, 1 saat 30 dakikada dönebildik. Öğrencimiz sınavdan çok yolda yoruldu. Böyle bir günde güzergah boyunca kentin trafiğinden sorumlu hiç kimseyi maalesef göremedik.
Bir gazeteci olarak yıllarca Diyarbakır’ın, Van’ın, Urfa’nın trafik sorununu yazıp-çizdim. Fakat nafile, bir arpa boyu yol alınamadığını gördüm. Manzara aynı, yine uzun kuyruklar, yine park sorunu ve bunun getirdiği gerilimle birlikte yaşanan kavgalar. Önümüzde seçim var. Trafik sorununun çözümü konusunda muhataplara bu dönemde daha fazla baskı kurması gerektiği inancındayım.
Sevgiyle kalın.