Günlük yaşantımıza baktığımızda, ana sorunlarımızın temelini dünyevi meselelerin teşkil ettiğini görürüz. Gün gelir bu sorunlar içinde bocalarız. Öyle anlar olur ki, dayanma gücümüzü bile yitirir hale geliriz. Ama kimse çıkıp ta, ya sana ne oluyor? Bu imtihan dünyası! ALLAH kuluna rahatlık verdiği gibi sıkıntıda verir. Sana düşen sabretmek, Hayat nasıl geçici ise bu sıkıntılar, dertler, üzüntülerde geçici deme çabasında bulunmaz. Oysa yaşamı neresinde olursak olalım, hangi sıkıntılı devreden geçersek geçelim, muhakkak ki bu ömür sermayesinin bitiminde ölümle hepimiz tanışacağız. O zaman uhrevi yaşantımız için, ebedi sürecek olan hayatımız için hiçbir şey yapmadığımızı anlamış olacağız. Gerçekte hepimiz öleceğimizi biliyoruz. Ama buna rağmen ölümden sonraki hayatımız için hiçbir çaba sarf etmiyoruz. Ölümün hak olduğunu bildiğimiz halde. 70–80 yıllık ömür için verilen mücadelenin % kaçını ahiretteki ebedi hayatınız için verdiğinizi gelin siz hesaplayın? Maalesef, cennet yurdundan ziyade bizler nefsi davranmamız hasabiyle, cehennem yurduna merdiven dayadığımızın farkında bile değiliz. Ya olur mu öyle şey! Diyenlerinizi duyar gibi oluyorum. Öyleyse kendimize dönüp nefsimizi bir hesaba çekelim bakalım. Kaçta kaçımız 5 vakit namazını kılıyor? Farz orucu tutup ta, ekstradan nafile oruç tutabiliyor? Yâda kaçta kaçımız dilini hayâsız kelimelerden yalan sözlerden koruyor? Yoksa şöyle mi desem acaba? Yalan söylemeyeniniz var mı? Muhafaza ediyor musunuz dilinizi? Kimsenin aleyhinde kötü söz (dedikodu)etmemek için. Haram lokma yemedim diyebiliyor musunuz? Emanete hıyanet etmem. Kul hakkını gözetirim. Sadaka verir ve fakiri de doyururum vs… gibi yapıp yapmadığınıza dair endişeleriniz var mı? Bilemiyorum ama galiba hepimiz, hazin bir tablo ile karşı karşıyayız. Maalesef bize verilen bu hayat hiç bitmeyecekmiş gibi yaşıyoruz. Günden güne kaçtığımız, dahası korktuğumuz ölüme bir adım daha yaklaşıyoruz. Galiba bizler öleceğimizi biliyoruz. Ama inanmıyoruz. Sevdiklerimizi birer birer toprağa verirken, onlara yetişen ölümün bizlere de uğrayacağını unutuyoruz. Sevdiklerimizin ölümünü uzun bir süre kabullenemiyoruz. Ta ki yoklukları bir şamar olup yüzümüze çarparken, ölüm gerçeğiyle Bir kez daha karşı karşıya geliyoruz. En çok ölümden etkileniyoruz ama Hatıra getirmediğimiz şey yine ölüm oluyor. Öleceğimizi biliyoruz. Cennet ve cehennemin varlığına da inanıyoruz. Gelin görün ki yaşantımıza baktığımı da cennetlik ameller işleyip Cennete talip olacağımıza, nefsi ve şeytani arzular peşinden koşarak, Cehennem yoluna girdiğimizin farkında bile olmuyoruz. 40–50 derecelik sıcağa dayanamayan bizler (Cehennemin)kaç bin Derecelik sıcağına nasıl katlanırız diye hiç düşünmüyoruz? Şairin dediği gibi: Nereye bu gidiş, bilmem nereye kadar.
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
Dilek Çiftçi
ÖLÜM GERÇEĞİ
Günlük yaşantımıza baktığımızda, ana sorunlarımızın temelini
dünyevi meselelerin teşkil ettiğini görürüz.
Gün gelir bu sorunlar içinde bocalarız.
Öyle anlar olur ki, dayanma gücümüzü bile yitirir hale geliriz.
Ama kimse çıkıp ta, ya sana ne oluyor?
Bu imtihan dünyası! ALLAH kuluna rahatlık verdiği gibi sıkıntıda verir.
Sana düşen sabretmek, Hayat nasıl geçici ise bu sıkıntılar, dertler, üzüntülerde
geçici deme çabasında bulunmaz.
Oysa yaşamı neresinde olursak olalım, hangi sıkıntılı devreden geçersek geçelim,
muhakkak ki bu ömür sermayesinin bitiminde ölümle hepimiz tanışacağız.
O zaman uhrevi yaşantımız için, ebedi sürecek olan hayatımız için hiçbir şey
yapmadığımızı anlamış olacağız.
Gerçekte hepimiz öleceğimizi biliyoruz. Ama buna rağmen ölümden sonraki
hayatımız için hiçbir çaba sarf etmiyoruz. Ölümün hak olduğunu bildiğimiz halde.
70–80 yıllık ömür için verilen mücadelenin % kaçını ahiretteki ebedi hayatınız için
verdiğinizi gelin siz hesaplayın?
Maalesef, cennet yurdundan ziyade bizler nefsi davranmamız hasabiyle,
cehennem yurduna merdiven dayadığımızın farkında bile değiliz.
Ya olur mu öyle şey! Diyenlerinizi duyar gibi oluyorum.
Öyleyse kendimize dönüp nefsimizi bir hesaba çekelim bakalım.
Kaçta kaçımız 5 vakit namazını kılıyor? Farz orucu tutup ta,
ekstradan nafile oruç tutabiliyor? Yâda kaçta kaçımız dilini hayâsız
kelimelerden yalan sözlerden koruyor?
Yoksa şöyle mi desem acaba? Yalan söylemeyeniniz var mı?
Muhafaza ediyor musunuz dilinizi? Kimsenin aleyhinde
kötü söz (dedikodu)etmemek için.
Haram lokma yemedim diyebiliyor musunuz?
Emanete hıyanet etmem. Kul hakkını gözetirim. Sadaka verir ve
fakiri de doyururum vs… gibi yapıp yapmadığınıza dair endişeleriniz var mı?
Bilemiyorum ama galiba hepimiz, hazin bir tablo ile karşı karşıyayız.
Maalesef bize verilen bu hayat hiç bitmeyecekmiş gibi yaşıyoruz.
Günden güne kaçtığımız, dahası korktuğumuz ölüme bir adım daha yaklaşıyoruz.
Galiba bizler öleceğimizi biliyoruz. Ama inanmıyoruz.
Sevdiklerimizi birer birer toprağa verirken, onlara yetişen ölümün bizlere de
uğrayacağını unutuyoruz.
Sevdiklerimizin ölümünü uzun bir süre kabullenemiyoruz.
Ta ki yoklukları bir şamar olup yüzümüze çarparken, ölüm gerçeğiyle
Bir kez daha karşı karşıya geliyoruz. En çok ölümden etkileniyoruz ama
Hatıra getirmediğimiz şey yine ölüm oluyor.
Öleceğimizi biliyoruz. Cennet ve cehennemin varlığına da inanıyoruz.
Gelin görün ki yaşantımıza baktığımı da cennetlik ameller işleyip
Cennete talip olacağımıza, nefsi ve şeytani arzular peşinden koşarak,
Cehennem yoluna girdiğimizin farkında bile olmuyoruz.
40–50 derecelik sıcağa dayanamayan bizler (Cehennemin)kaç bin
Derecelik sıcağına nasıl katlanırız diye hiç düşünmüyoruz?
Şairin dediği gibi:
Nereye bu gidiş, bilmem nereye kadar.