Peygamberimiz (a.s.m.) Hz. Muhammed döneminde hiç kimsenin elinde Kur’anı Kerim kitap haline getirilmediğinden bir tek nüshası yoktu. Allah tarafından gönderilen ayetler yazılı olarak muhafaza edilmekle beraber, başta Peygamber efendimiz ve gerekse bazı sahabe ve hafızlar tarafından ezberleniyordu.
Hz. Peygamberin (a.s.m.) vefatından sonra Hz. Ebubekir (r.a.) döneminde Kur’an üzerinde çalışmalar yapıldı ve bütün ayetler hem yazılı ve hem de hafızlar tarafından hıfz edilmiş olduğundan Kur’anla ilgili olan her şey birlikte değerlendirilip bir tek nüsha meydana getirildi.
Şüphesiz ki Kur’an ayetlerini tasnif etmek, dağları iğne ile delmekten daha zordu. Hz. Peygamber (a.s.m.) bir hadisi şeriflerin de size iki şey bırakıyorum biri Kur’an biride sünnetim demişti. Diğer bir hadiste ise size iki şey bırakıyorum biri kur’an biri de ehli beytim demişti. Çünkü ehli beyt hem Kur’anın ve hem de Hz. Peygamberin (a.s.m.) sünnetinin muhafızıdır.
Hz. Peygamber (a.s.m.) başta olmak üzere, sahabeler döneminde de Müslümanların çok büyük bir çoğunluğu canlı birer Kur’an gibiydiler. Kur’anı hayatlarına hayat yapıp, İslam ahlakını tam olarak yaşadıkların dan dolayı hem maddi hem de manevi alanda Allahın lütuf ve keremiyle hakim oldular.
Çünkü onların hareketleri karanlıkları delen bir nur gibiydi. Etrafı aydınlatıyor ve insanlık onların iman ve amellerinde kendini buluyor ve hayran kalıyorlardı.. Devri cahiliyetten kalma ne kadar hastalık varsa tedavi edilirken, mutluluk ve saadet hayata hayat katıyordu. Çünkü ilimle bezenmiş bir ahlak kılıçtan daha keskin bir hale gelmişti.
Hz. Ali (r.a.) savaşın en dehşetli anında bile duygularına mağlup olmayıp bir kâfiri yere yatırdığında kâfir onun yüzüne tükürüyor, Hz. Ali (r,a.) bu hareket üzerine kafiri öldüreceği yerde ya kafir kalk nefsim bu işe karıştı diyerek onu öldürmüyordu. O Kâfir sordu Ya Ali (r.a.) beni çabuk öldürmen için seni tahrik ettim neden öldürmedin deyince Hz.Ali (r.a.) seni Allah için öldürecektim, yüzüme tükürdüm bu işe nefsim karıştı deyince o kâfir Hz. Alinin (r.a) yüce ahlakı karşısında savaş alanında hemen Müslüman oldu.Hz. Alinin (a.s.) o dehşetli anda bile hissi aklının önüne geçmemişti.
Hz. Peygamber (a.s.m.) savaş için Allahın emriyle hukuki kurallar getirmişti. Yaşlı, hasta, kadın çocuk, hayvan ve çevreye zarar vermeden, kendileriyle savaşanlarla savaş yapılıyordu. Muhammed ül emin sıfatını muhalifleri söyleyerek, düşmanlarının bile Peygamberi ahlakı tasdik etmeleri Allahın izniyle kazandığı yüce vasıfların bir tezahürü idi. .
O dönemler de Müslümanların ahlak ve adaleti İslam’ın yayılmasına vesile oldu ve Müslümanların bu hali keskin kılıçların bile yapamadığı fütuhatı yaptı.
Hz. Ömer (r.a. ) Hz. Ali (r.a.) toplumun her ferdi gibi mahkeme önüne çıkıyor ve hesap veriyordu. Reisicumhur olmalarına rağmen hiçbir dokunulmazlık veya ayrıcalıkları yoktu. Devleti yönetirken yetkileri vardı amma, sair zamanlarda sıradan birer insan gibiydiler.
Müslüman tüccarlar veya tebliğ için Uzak doğu , Afrika veya gittikleri bir çok ülkelerde yaşadıkları İslami ahlak ve sağlam karakterleri sayesinde bir çok insanların Müslüman olmasına vesile oldular.
Asrımızın allamesi Hz. Bediüzzaman Saidi Nursi “ Eğer biz ahlakı islamiyye yi hayatımızla izhar etsek (göstersek) sair dinlerin mensupları fevc fevc Islama dahil olacaklardır” diyerek asrı saadeti nazara vermiştir.
Bu gün Müslümanların çoğunlukla evinde Kuranı Kerim kitap halinde bulunmakla beraber, Kur’an ahlakı gerek şahsi ve gerekse toplum hayatına hâkim olmadığından Müslüman olmayanlar halimize bakarak nasıl Müslüman olabilirler sorusunu kendimize sormamız lazımdır.
Sünetullahı esas almayan bir hayat hayata hayat olabilir mi.
Evet Bediüzzamanın ifadesiyle “din hayatın hayatı, hem nuru hem esası ihyayı dinle olur şu milletin ihyası” derken Kur’anı, ve Peygamberi rehber etmemizin şart olduğunu vurgulamaktadır,
Halimiz, yolumuz ve çaremizin İslam da ve Peygamberi olan Kur’ani ahlaktadır..
Acaba diyorum Allahın huzuruna gittiğimizde Allah Müslümanlara ; Elinizde Kur’an gibi bir burhan varken ve Peygamber rehber iken, gavurların gerisinde kalmak size yakışır mı ve onlar sizden nasıl üstün olurlar gibi bir sualle karşılaşabilir ve bu soruya cevap vermek, hiçte kolay olmayacak elbet.
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Abdulkadir İKBAL
Ahlak ve ilim kılıçtan keskindir
Peygamberimiz (a.s.m.) Hz. Muhammed döneminde hiç kimsenin elinde Kur’anı Kerim kitap haline getirilmediğinden bir tek nüshası yoktu. Allah tarafından gönderilen ayetler yazılı olarak muhafaza edilmekle beraber, başta Peygamber efendimiz ve gerekse bazı sahabe ve hafızlar tarafından ezberleniyordu.
Hz. Peygamberin (a.s.m.) vefatından sonra Hz. Ebubekir (r.a.) döneminde Kur’an üzerinde çalışmalar yapıldı ve bütün ayetler hem yazılı ve hem de hafızlar tarafından hıfz edilmiş olduğundan Kur’anla ilgili olan her şey birlikte değerlendirilip bir tek nüsha meydana getirildi.
Şüphesiz ki Kur’an ayetlerini tasnif etmek, dağları iğne ile delmekten daha zordu. Hz. Peygamber (a.s.m.) bir hadisi şeriflerin de size iki şey bırakıyorum biri Kur’an biride sünnetim demişti. Diğer bir hadiste ise size iki şey bırakıyorum biri kur’an biri de ehli beytim demişti. Çünkü ehli beyt hem Kur’anın ve hem de Hz. Peygamberin (a.s.m.) sünnetinin muhafızıdır.
Hz. Peygamber (a.s.m.) başta olmak üzere, sahabeler döneminde de Müslümanların çok büyük bir çoğunluğu canlı birer Kur’an gibiydiler. Kur’anı hayatlarına hayat yapıp, İslam ahlakını tam olarak yaşadıkların dan dolayı hem maddi hem de manevi alanda Allahın lütuf ve keremiyle hakim oldular.
Çünkü onların hareketleri karanlıkları delen bir nur gibiydi. Etrafı aydınlatıyor ve insanlık onların iman ve amellerinde kendini buluyor ve hayran kalıyorlardı.. Devri cahiliyetten kalma ne kadar hastalık varsa tedavi edilirken, mutluluk ve saadet hayata hayat katıyordu. Çünkü ilimle bezenmiş bir ahlak kılıçtan daha keskin bir hale gelmişti.
Hz. Ali (r.a.) savaşın en dehşetli anında bile duygularına mağlup olmayıp bir kâfiri yere yatırdığında kâfir onun yüzüne tükürüyor, Hz. Ali (r,a.) bu hareket üzerine kafiri öldüreceği yerde ya kafir kalk nefsim bu işe karıştı diyerek onu öldürmüyordu. O Kâfir sordu Ya Ali (r.a.) beni çabuk öldürmen için seni tahrik ettim neden öldürmedin deyince Hz.Ali (r.a.) seni Allah için öldürecektim, yüzüme tükürdüm bu işe nefsim karıştı deyince o kâfir Hz. Alinin (r.a) yüce ahlakı karşısında savaş alanında hemen Müslüman oldu.Hz. Alinin (a.s.) o dehşetli anda bile hissi aklının önüne geçmemişti.
Hz. Peygamber (a.s.m.) savaş için Allahın emriyle hukuki kurallar getirmişti. Yaşlı, hasta, kadın çocuk, hayvan ve çevreye zarar vermeden, kendileriyle savaşanlarla savaş yapılıyordu. Muhammed ül emin sıfatını muhalifleri söyleyerek, düşmanlarının bile Peygamberi ahlakı tasdik etmeleri Allahın izniyle kazandığı yüce vasıfların bir tezahürü idi. .
O dönemler de Müslümanların ahlak ve adaleti İslam’ın yayılmasına vesile oldu ve Müslümanların bu hali keskin kılıçların bile yapamadığı fütuhatı yaptı.
Hz. Ömer (r.a. ) Hz. Ali (r.a.) toplumun her ferdi gibi mahkeme önüne çıkıyor ve hesap veriyordu. Reisicumhur olmalarına rağmen hiçbir dokunulmazlık veya ayrıcalıkları yoktu. Devleti yönetirken yetkileri vardı amma, sair zamanlarda sıradan birer insan gibiydiler.
Müslüman tüccarlar veya tebliğ için Uzak doğu , Afrika veya gittikleri bir çok ülkelerde yaşadıkları İslami ahlak ve sağlam karakterleri sayesinde bir çok insanların Müslüman olmasına vesile oldular.
Asrımızın allamesi Hz. Bediüzzaman Saidi Nursi “ Eğer biz ahlakı islamiyye yi hayatımızla izhar etsek (göstersek) sair dinlerin mensupları fevc fevc Islama dahil olacaklardır” diyerek asrı saadeti nazara vermiştir.
Bu gün Müslümanların çoğunlukla evinde Kuranı Kerim kitap halinde bulunmakla beraber, Kur’an ahlakı gerek şahsi ve gerekse toplum hayatına hâkim olmadığından Müslüman olmayanlar halimize bakarak nasıl Müslüman olabilirler sorusunu kendimize sormamız lazımdır.
Sünetullahı esas almayan bir hayat hayata hayat olabilir mi.
Evet Bediüzzamanın ifadesiyle “din hayatın hayatı, hem nuru hem esası ihyayı dinle olur şu milletin ihyası” derken Kur’anı, ve Peygamberi rehber etmemizin şart olduğunu vurgulamaktadır,
Halimiz, yolumuz ve çaremizin İslam da ve Peygamberi olan Kur’ani ahlaktadır..
Acaba diyorum Allahın huzuruna gittiğimizde Allah Müslümanlara ; Elinizde Kur’an gibi bir burhan varken ve Peygamber rehber iken, gavurların gerisinde kalmak size yakışır mı ve onlar sizden nasıl üstün olurlar gibi bir sualle karşılaşabilir ve bu soruya cevap vermek, hiçte kolay olmayacak elbet.