Türkiye'nin Sorunlarını Yenmesi ve Geleceğe Güvenle Bakması
Yazının Giriş Tarihi:
Yazının Güncellenme Tarihi: 13.10.2024 13:39
Türkiye, coğrafik ve jeopolitik stratejik konumu nedeniyle kendi coğrafyasında ve dünya’da her zaman önemli bir ülke olmuştur. Bu önemi ve konumunu Türkiye’ye bir takım avantajlar sağladığı gibi bazı dezavantajları beraberinde barındırmaktadır. Öncelikle Türkiye’nin jeopolitik ve stratejik konumunu tespit etmemiz gerekir. Türkiye, Coğrafi olarak etrafında önemli denizleri barındıran Türkiye’nin İstanbul ve Çanakkale Boğazları, Karadeniz ülkeleri ve Rusya’nın soğuk ve geniş ovalarından, güneyin sıcak ve engin okyanuslarına açılan labirentin tek çıkış kapısıdır. Mackinder’e göre Avrasya-Afrika kıtalarından oluşan “Dünya Adası” her açıdan en zengin kıta bileşimidir ve Türkiye bu bölgenin tam ortasında yer almaktadır. Bir kara parçası olarak düşünürsek eğer, Türkiye Akdeniz’i Karadeniz’e bağlayan, Balkanlar, Kafkaslar ve Orta Doğu’yu birleştiren konumdaki bir köprüdür diyebiliriz. Yüzyıllarca farklı medeniyetlerin beşiği olan sınır ülkesi Türkiye, doğu ve batı kültürünü sentezleyen bir bölge olmakla beraber, tüm Türk ve İslam Dünyası’nın da merkezi konumundadır. (Bülent Ulaş, Jeopolitik; Türkiye’nin Milli Güvenliği ve Avrupa Birliği Üyelik Süreci, s.56)
Bunun yanı sıra Türkiye, bin yıllık bir Türk İslam medeniyetinin mirası ile birlikte birçok medeniyetin mirasını da bağrında taşımaktadır. Dolayısıyla hem coğrafi, hem siyasi, hem dini ve hem de ekonomik bakımdan önemli bir kavşak noktasındadır. Geçmişte Selçuk ve Osmanlı devletlerinin geniş bir coğrafyada hakim olmasının mirası elbette Türkiye Cumhuriyetine aktarılmıştır. Bundan dolayıdır ki Türkiye’nin bu mirasa yeniden sahip çıkması, coğrafyasında ve dünya’da yeniden söz sahibi olması elbette küresel emperyalist, Siyonist ve haçlı ittifakının işine gelmez.
Bu güçler, Türkiye’nin yeniden ayağa kalkması ve her alanda güçlü olup, söz sahibi bir ülke olmaması için her türlü plan ve projeyi hayata geçirmeye çalışmaktadırlar. Kendi emperyalist ve Siyonist plan ve projelerinin İslam coğrafyası ve dünya’da hakim kılınması için her türlü çabayı harcamaktadırlar.
Elbette bu çabaların yanında kendi iç dinamiklerimizden kaynaklanan bir takım siyasi, ekonomik sorunlarımızın bulunduğu gerçeğinin de göz ardı edemeyiz. Özellikle son 40-45 yıllık dönemde Kürt sorunu başta olmak üzere birçok ekonomik ve siyasi gailelerle uğraşmak zorunda kalmamız, kendi ayakları üzerinde durabilen bir Türkiye’nin önündeki en büyük engeller olarak karşımıza çıkmaktadır.
İşte bu engelleri aşıp, kendi ayaklarımız üzerinde duran ve İslam coğrafyasına önderlik yapıp, dünya’da da söz sahibi bir konuma ulaşabilmemiz için hak ve adaleti merkeze alan bir anlayışı kendi bünyemizde yeniden diriltmemiz gerekmektedir. Hak ve adalet merkezli yeniden Büyük Türkiye ve Yeni ve adil bir dünya’nın kurulması için
Toplumsal barışı esas alan, adil, ön yargılardan ve ırki mülahazalardan uzak, her kesimin kaygılarını gideren ve beklentilerini karşılayan, çoklukta birliği sağlayan, insan hak ve hürriyetlerini teminat altına alan, yasakları tam, kısa, öz ve açık bir biçimde açıklayan yeniden büyük Türkiye ve yeni ve adil bir dünya idealine uygun bir Anayasayı hayata geçirmemiz gereklidir.
Bunu gerçekleştirdikten sonra aşağıda belirtilen adımların mutlak surette atılması sorunlarımızın çözümünü kolaylaştıracaktır.
Ekonomide, denk bütçeyi esas alan, mali disiplinden taviz vermeyen, israftan uzak, tasarrufa azami riayet eden, kamu tek hesabı ile (Havuz sistemi) gelirleri tam kontrol ederek iç ve dış borçlanmayı ortadan kaldıran, gelirleri vatandaşları arasında adil bir biçimde paylaştırmayı hedef edinen vergi kalemlerini azaltıp, adil bir vergi sistemini esas alan Kamu Maliye politikası uygulanmalıdır.
Rantı değil, üretimi artırmayı, üretene destek vermeyi, tasarrufları faiz yoluyla değil, üretim ve yatırıma dönüştürüp istihdamı artırarak değerlendiren bir bankacılık sisteminin temelleri mutlak surette atılmalıdır.
Tarımda, Üreteceği tarımsal ürünleri dünya piyasasına göre planlayan, tarım ve hayvancılığı modern teknolojiyi kullanarak gerçekleştiren, tarım ve hayvancılıkta kendi kendine yeten ve birçok tarımsal ürünü ihraç eden, Devlet-Üniversite-Çiftçi-Kooperatif birlikteliği ile daha kaliteli ve verimli ürünler üreten ve bunları iç ve dış pazara en uygun koşullarla arz eden mekanizmaların oluşturulması zaruridir.
Eğitimde, ahlak ve maneviyatı önceleyen, ‘’ilim Çin’de dahi olsa arayıp bulunuz.’’ prensibi çerçevesinde bilimsel ve teknolojik gelişmelere açık, ezbercilik yerine, araştırma ve geliştirmeye önem veren, merak eden, sorgulayan ve ideali olan ahlaklı nesiller yetiştirmeyi hedef edinen, vatandaşlarının ana dilde eğitim hakkına saygı duyan, farklılıkları zenginlik olarak kabul eden, Üniversiteleri esas işlevi olan bilim ve teknoloji Üreten, bilgili, donanımlı, vizyon sahibi gençler yetiştiren kurumlar haline dönüştüren çoklukta birlik sağlayan bir eğitim anlayışını hayata geçirmemiz gereklidir.
İslam birliğini hedef edinen, adil bir dünya’nın kurulması için çaba harcayan, bölgesinde ve dünya’da saygı duyulan, komşularıyla barış içinde yaşayan, tahakküm yerine paylaşmayı, çatışma yerine diyalogu esas alan, Dünya’daki tüm mazlumlara destek olan, Irkçı emperyalizm ve siyonizm’in ayak oyunlarına karşı sağlam, tutarlı ve kalıcı politikalar üretebilen, ülkemizin, İslam dünyasının ve insanlığın çıkarına uygun olmayan, tamamen emperyalist ve Siyonistlerin çıkarını önceleyen politikaları ve bu politikaların gerçekleştirilmesi için oluşturulmuş birliktelikleri ( paktları ) reddedip, yeni ve adil bir dünya hedefini gerçekleştirmeyi amaç edinen, Mazlum ve Mustazaflarla Dayanışmayı kendisine şiar edinen, dünya’daki diğer ülke ve birliklerle (ABD; AB ve Asya Ülkeleri ) ülkelerle ekonomik, siyasi, sosyal ve kültürel ilişkilerde karşılıklı yarar prensibini gözeten bir anlayışı kabul eden şahsiyetli bir dış politika inşa edilmelidir.
Ülkemizin iç güvenliğini tehdit eden sorunların esas kaynağını tespit edip, bu sorunların akılcı, adil ve toplumsal barışı zedelemeyecek bir biçimde çözümlenmesi için, siyasi, sosyal, kültürel ve ekonomik politikalar oluşturarak bu sorunları kullanıp, istismar eden ve terör eylemleriyle ülkenin birlik ve bütünlüğünü tehdit eden örgütlere karşı bilgili, donanımlı, halkla bu örgütleri ayırt edip, halka karşı şefkatli güvenlik birimlerinin oluşturulduğu ve caydırıcı gücü yüksek bir iç güvenlik anlayışını hakim kılmalıyız.
Yerel Yönetimlerde, merkezi bir yönetim anlayışı yerine, ‘’Adem-i Merkeziyet’’ anlayışını benimseyen, yerel değerlere saygı gereği, her bölge’nin özelliğine uygun yerel politikalar oluşturarak, yerinden yönetim ilkesini hakim kılan, merkezi yönetimin dış politika, güvenlik ve anayasa gibi yetkileri dışındaki görev ve yetkilerini yerel yönetimlere devreden, merkezin denetimle sınırlı kılındığı bir yerel yönetim anlayışıyla hareket edilmesi yerel demokrasinin güçlendirilmesine zemin hazırlayacaktır. Bu da özellikle 40-45 yıldan bu yana uğraştığımız bölücü terör örgütü ve diğer örgütlerin etkisini zayıflatma hususunda önemli bir rol oynayacaktır.
Elbette bu belirttiğimiz hususların kısa vadede gerçekleştirilmesi kolay değildir. Bunun için iktidar ve muhalefetin kendi aralarında bir diyalog zemini oluşturması ve ardından da bir müzakere süreci başlatarak, ülkemizin iç ve dış sorunlarının çözümünde ortak bir nokta da buluşmaları gerektiği aşikardır.
Bu sağlandığı taktirde, Türkiye’nin sorunlarını yenmesi ve geleceğe güvenle bakması mümkün olabilecektir.
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Nureddin KAYA
Türkiye'nin Sorunlarını Yenmesi ve Geleceğe Güvenle Bakması
Türkiye, coğrafik ve jeopolitik stratejik konumu nedeniyle kendi coğrafyasında ve dünya’da her zaman önemli bir ülke olmuştur. Bu önemi ve konumunu Türkiye’ye bir takım avantajlar sağladığı gibi bazı dezavantajları beraberinde barındırmaktadır. Öncelikle Türkiye’nin jeopolitik ve stratejik konumunu tespit etmemiz gerekir. Türkiye, Coğrafi olarak etrafında önemli denizleri barındıran Türkiye’nin İstanbul ve Çanakkale Boğazları, Karadeniz ülkeleri ve Rusya’nın soğuk ve geniş ovalarından, güneyin sıcak ve engin okyanuslarına açılan labirentin tek çıkış kapısıdır. Mackinder’e göre Avrasya-Afrika kıtalarından oluşan “Dünya Adası” her açıdan en zengin kıta bileşimidir ve Türkiye bu bölgenin tam ortasında yer almaktadır. Bir kara parçası olarak düşünürsek eğer, Türkiye Akdeniz’i Karadeniz’e bağlayan, Balkanlar, Kafkaslar ve Orta Doğu’yu birleştiren konumdaki bir köprüdür diyebiliriz. Yüzyıllarca farklı medeniyetlerin beşiği olan sınır ülkesi Türkiye, doğu ve batı kültürünü sentezleyen bir bölge olmakla beraber, tüm Türk ve İslam Dünyası’nın da merkezi konumundadır. (Bülent Ulaş, Jeopolitik; Türkiye’nin Milli Güvenliği ve Avrupa Birliği Üyelik Süreci, s.56)
Bunun yanı sıra Türkiye, bin yıllık bir Türk İslam medeniyetinin mirası ile birlikte birçok medeniyetin mirasını da bağrında taşımaktadır. Dolayısıyla hem coğrafi, hem siyasi, hem dini ve hem de ekonomik bakımdan önemli bir kavşak noktasındadır. Geçmişte Selçuk ve Osmanlı devletlerinin geniş bir coğrafyada hakim olmasının mirası elbette Türkiye Cumhuriyetine aktarılmıştır. Bundan dolayıdır ki Türkiye’nin bu mirasa yeniden sahip çıkması, coğrafyasında ve dünya’da yeniden söz sahibi olması elbette küresel emperyalist, Siyonist ve haçlı ittifakının işine gelmez.
Bu güçler, Türkiye’nin yeniden ayağa kalkması ve her alanda güçlü olup, söz sahibi bir ülke olmaması için her türlü plan ve projeyi hayata geçirmeye çalışmaktadırlar. Kendi emperyalist ve Siyonist plan ve projelerinin İslam coğrafyası ve dünya’da hakim kılınması için her türlü çabayı harcamaktadırlar.
Elbette bu çabaların yanında kendi iç dinamiklerimizden kaynaklanan bir takım siyasi, ekonomik sorunlarımızın bulunduğu gerçeğinin de göz ardı edemeyiz. Özellikle son 40-45 yıllık dönemde Kürt sorunu başta olmak üzere birçok ekonomik ve siyasi gailelerle uğraşmak zorunda kalmamız, kendi ayakları üzerinde durabilen bir Türkiye’nin önündeki en büyük engeller olarak karşımıza çıkmaktadır.
İşte bu engelleri aşıp, kendi ayaklarımız üzerinde duran ve İslam coğrafyasına önderlik yapıp, dünya’da da söz sahibi bir konuma ulaşabilmemiz için hak ve adaleti merkeze alan bir anlayışı kendi bünyemizde yeniden diriltmemiz gerekmektedir. Hak ve adalet merkezli yeniden Büyük Türkiye ve Yeni ve adil bir dünya’nın kurulması için
Toplumsal barışı esas alan, adil, ön yargılardan ve ırki mülahazalardan uzak, her kesimin kaygılarını gideren ve beklentilerini karşılayan, çoklukta birliği sağlayan, insan hak ve hürriyetlerini teminat altına alan, yasakları tam, kısa, öz ve açık bir biçimde açıklayan yeniden büyük Türkiye ve yeni ve adil bir dünya idealine uygun bir Anayasayı hayata geçirmemiz gereklidir.
Bunu gerçekleştirdikten sonra aşağıda belirtilen adımların mutlak surette atılması sorunlarımızın çözümünü kolaylaştıracaktır.
Ekonomide, denk bütçeyi esas alan, mali disiplinden taviz vermeyen, israftan uzak, tasarrufa azami riayet eden, kamu tek hesabı ile (Havuz sistemi) gelirleri tam kontrol ederek iç ve dış borçlanmayı ortadan kaldıran, gelirleri vatandaşları arasında adil bir biçimde paylaştırmayı hedef edinen vergi kalemlerini azaltıp, adil bir vergi sistemini esas alan Kamu Maliye politikası uygulanmalıdır.
Rantı değil, üretimi artırmayı, üretene destek vermeyi, tasarrufları faiz yoluyla değil, üretim ve yatırıma dönüştürüp istihdamı artırarak değerlendiren bir bankacılık sisteminin temelleri mutlak surette atılmalıdır.
Tarımda, Üreteceği tarımsal ürünleri dünya piyasasına göre planlayan, tarım ve hayvancılığı modern teknolojiyi kullanarak gerçekleştiren, tarım ve hayvancılıkta kendi kendine yeten ve birçok tarımsal ürünü ihraç eden, Devlet-Üniversite-Çiftçi-Kooperatif birlikteliği ile daha kaliteli ve verimli ürünler üreten ve bunları iç ve dış pazara en uygun koşullarla arz eden mekanizmaların oluşturulması zaruridir.
Eğitimde, ahlak ve maneviyatı önceleyen, ‘’ilim Çin’de dahi olsa arayıp bulunuz.’’ prensibi çerçevesinde bilimsel ve teknolojik gelişmelere açık, ezbercilik yerine, araştırma ve geliştirmeye önem veren, merak eden, sorgulayan ve ideali olan ahlaklı nesiller yetiştirmeyi hedef edinen, vatandaşlarının ana dilde eğitim hakkına saygı duyan, farklılıkları zenginlik olarak kabul eden, Üniversiteleri esas işlevi olan bilim ve teknoloji Üreten, bilgili, donanımlı, vizyon sahibi gençler yetiştiren kurumlar haline dönüştüren çoklukta birlik sağlayan bir eğitim anlayışını hayata geçirmemiz gereklidir.
İslam birliğini hedef edinen, adil bir dünya’nın kurulması için çaba harcayan, bölgesinde ve dünya’da saygı duyulan, komşularıyla barış içinde yaşayan, tahakküm yerine paylaşmayı, çatışma yerine diyalogu esas alan, Dünya’daki tüm mazlumlara destek olan, Irkçı emperyalizm ve siyonizm’in ayak oyunlarına karşı sağlam, tutarlı ve kalıcı politikalar üretebilen, ülkemizin, İslam dünyasının ve insanlığın çıkarına uygun olmayan, tamamen emperyalist ve Siyonistlerin çıkarını önceleyen politikaları ve bu politikaların gerçekleştirilmesi için oluşturulmuş birliktelikleri ( paktları ) reddedip, yeni ve adil bir dünya hedefini gerçekleştirmeyi amaç edinen, Mazlum ve Mustazaflarla Dayanışmayı kendisine şiar edinen, dünya’daki diğer ülke ve birliklerle (ABD; AB ve Asya Ülkeleri ) ülkelerle ekonomik, siyasi, sosyal ve kültürel ilişkilerde karşılıklı yarar prensibini gözeten bir anlayışı kabul eden şahsiyetli bir dış politika inşa edilmelidir.
Ülkemizin iç güvenliğini tehdit eden sorunların esas kaynağını tespit edip, bu sorunların akılcı, adil ve toplumsal barışı zedelemeyecek bir biçimde çözümlenmesi için, siyasi, sosyal, kültürel ve ekonomik politikalar oluşturarak bu sorunları kullanıp, istismar eden ve terör eylemleriyle ülkenin birlik ve bütünlüğünü tehdit eden örgütlere karşı bilgili, donanımlı, halkla bu örgütleri ayırt edip, halka karşı şefkatli güvenlik birimlerinin oluşturulduğu ve caydırıcı gücü yüksek bir iç güvenlik anlayışını hakim kılmalıyız.
Yerel Yönetimlerde, merkezi bir yönetim anlayışı yerine, ‘’Adem-i Merkeziyet’’ anlayışını benimseyen, yerel değerlere saygı gereği, her bölge’nin özelliğine uygun yerel politikalar oluşturarak, yerinden yönetim ilkesini hakim kılan, merkezi yönetimin dış politika, güvenlik ve anayasa gibi yetkileri dışındaki görev ve yetkilerini yerel yönetimlere devreden, merkezin denetimle sınırlı kılındığı bir yerel yönetim anlayışıyla hareket edilmesi yerel demokrasinin güçlendirilmesine zemin hazırlayacaktır. Bu da özellikle 40-45 yıldan bu yana uğraştığımız bölücü terör örgütü ve diğer örgütlerin etkisini zayıflatma hususunda önemli bir rol oynayacaktır.
Elbette bu belirttiğimiz hususların kısa vadede gerçekleştirilmesi kolay değildir. Bunun için iktidar ve muhalefetin kendi aralarında bir diyalog zemini oluşturması ve ardından da bir müzakere süreci başlatarak, ülkemizin iç ve dış sorunlarının çözümünde ortak bir nokta da buluşmaları gerektiği aşikardır.
Bu sağlandığı taktirde, Türkiye’nin sorunlarını yenmesi ve geleceğe güvenle bakması mümkün olabilecektir.