Kürt sorununda çözüme doğru her şey yolunda giderken, 7 Haziran Genel Seçimi ile birlikte, 1990’lardan beter duruma gelindi. Kürt coğrafyasında sokağa çıkma yasaklarıyla birlikte insan hak ihlalleri tüm zamanların en zirvesini yaptı.
Türkiye İnsan Hakları Vakfı, 11 Aralık 2015 ile 8 Ocak 2016 tarihleri arasındaki zaman diliminde sokağa çıkma yasaklarında 14’ü çocuk, en az 79 sivilin öldürüldüğünü açıkladı.
İnsan Hakları Derneği Diyarbakır Şubesi Başkanı Raci Bilici ise, 16 Ağustos 2015 ile 10 Ocak 2016 tarihleri arasında 7 ile bağlı 19 ilçede uygulanan sokağa çıkma yasakları esnasında 29'u çocuk, 39'u kadın 102'isi erkek 170 kişinin yaşamını yitirdiğini söyledi.
Çatışmalar dolayısıyla insan hakkı ihlalleri devam ediyor ve nereye kadar gideceği konusunda çeşitli tahminler yapsak bile, sonuç konusunda kesin bir öngörüde bulunamıyoruz.
Maalesef ülkede iyi giden hiçbir şey yok. İçeride kazan fokur fokur kaynarken, dışta ise neredeyse kavga edilmedik komşu, hatta ülke kalmadı.
Durum böyle olunca içerdeki hayat pahalılığı, arttırılan vergiler, işçinin-emekçinin haklarının yok edilmesi, tarım ve sanayide yaşanan gerilemeyi konuşamıyoruz bile. Çünkü önümüzde en önemli sorun ve her geçen gün daha derinleşen kutuplaşma, öylesine bir boyut kazandı ki, halkların birlikte yaşama koşullarını zorlamaya başladı.
14 yıldan bu yana ülkeyi yöneten Adalet ve Kalkınma Partisi, yavaş-yavaş, adım-adım ve sabırlı bir şekilde dönemine uygun politikalar üreterek, devleti tamamen ele geçirme noktasına geldi.
Örneğin; Adalet ve Kalkınma Partisi, hukuktan mı şikayetçi; hemen bu konuda önceden hesaplanmış politikalarını uygulamaya sokarak, hem mağduriyetlerini veya mağdur olmuşların durumunu kullanarak, bir boksörün rakibini dövdüğü gibi sonunda nakavt edip ele geçirdi.
Yükseköğretim Kurulu yani YÖK’te bunlardan biriydi. 12 Eylül darbesinin ürünü olan bu kuruluş, ilk günden bu yana Adalet ve Kalkınma Partisi’nin hedefinde oldu. Adalet ve Kalkınma Partisi haklı olarak, başörtülü insanların en temel hakkı olan eğitim ve çalışma hayatını elinden alan bu darbe ürünü kurumun, her zaman karşısında olduğunu ve kaldıracağını bağıra-bağıra söylüyordu.
Ama gelinen noktada bunun böyle olmadığını net olarak görüyoruz. Adalet ve Kalkınma Partisi, rektörleri atamaya başladığından bu yana, YÖK’ün demokrasiden uzak yapısını, daha da kötü bir duruma getirdi.
Neden mi; yurtiçi ve yurtdışından 89 üniversitede görev yapan bin 128 akademisyen, Kürt coğrafyasında sokağa çıkma yasağına karşı bir araya geldi ve bölgede yaşanan hak ihlallerine ortak olmayacakları yönünde bir bildiri yayımlayarak, ‘Devletin vatandaşlarına uyguladığı şiddete hemen son vermesini talep ediyoruz’ dediler.
İşte ne olduysa bundan sonra oldu, adeta kıyamet koptu. Her olay ve konuda olduğu gibi önce Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan konuştu ve açıklamaya imza atan bilim insanları hakkında savcıların, YÖK’ün harekete geçmesini istedi ve öyle de oldu.
Peşi sıra Başbakan Ahmet Davutoğlu aynı tonda tepkisini dile getirdi. Tabi ki, her zaman olduğu gibi ardından gazeteciler, stratejik araştırma kuruluşları o gazete köşesi senin, bu televizyon ekranı benim Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın söylemleri doğrultusunda algı yaratmaya başladı ve bunda her zaman olduğu gibi başarılı oldu da...
İmzacı bilim insanları hainlikle-ihanetçilikle suçlandı. Dağa çıkmaları, hendek kazmaları istendi ve her seferinde şiddetle kınandı, mafya liderleri tarafından ‘kanlarıyla duş alacakları’ şeklinde açık bir şekilde tehdit edildiler.
İmzacı bilim insanlarına edebiyatçısından-sinemacısına, Amerika Birleşik Devletleri’nden- Avrupa Parlamentosu’na kadar birçok yerden destek gelince, dönemin başbakanının ‘taraf olmayan bertaraf olur’ sözleri üzerine taraf olan Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu’nun da aralarında bulunduğu 8 sivil toplum örgütü apar-topar bir açıklama yaparak, imzacı bilim insanlarını kınadı.
İmzacı bir-kaç akademisyen imzalarını geri çekerken, hazırlanan 2’nci metne ise imza koyan akademisyen sayısı ise 2 bini aştı. Akademisyenler ikinci metinle birlikte söylemlerinin arkasında olduklarını ve tehditlere boyun eğmeyeceklerini ifade ettiler.
Yukarıda da anlatmaya çalıştığım Adalet ve Kalkınma Partisi, 14 yıldır yaptığı gibi bu kez hedefine bilim insanlarını koydu. Taktik ise aynı… Önce bir boksör gibi döverek yıpratmaya, daha sonra taraf olmaya zorluyor.
Bakalım bu kez kim kazanacak. Fakat her iki durumda da ülkenin kaybedeceği ise bir gerçek...
Sevgiyle kalın.
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
Ercan AKKAR
ÖNCE DÖVÜYOR, SONRA ELE GEÇİRİYOR…
Kürt sorununda çözüme doğru her şey yolunda giderken, 7 Haziran Genel Seçimi ile birlikte, 1990’lardan beter duruma gelindi. Kürt coğrafyasında sokağa çıkma yasaklarıyla birlikte insan hak ihlalleri tüm zamanların en zirvesini yaptı.
Türkiye İnsan Hakları Vakfı, 11 Aralık 2015 ile 8 Ocak 2016 tarihleri arasındaki zaman diliminde sokağa çıkma yasaklarında 14’ü çocuk, en az 79 sivilin öldürüldüğünü açıkladı.
İnsan Hakları Derneği Diyarbakır Şubesi Başkanı Raci Bilici ise, 16 Ağustos 2015 ile 10 Ocak 2016 tarihleri arasında 7 ile bağlı 19 ilçede uygulanan sokağa çıkma yasakları esnasında 29'u çocuk, 39'u kadın 102'isi erkek 170 kişinin yaşamını yitirdiğini söyledi.
Çatışmalar dolayısıyla insan hakkı ihlalleri devam ediyor ve nereye kadar gideceği konusunda çeşitli tahminler yapsak bile, sonuç konusunda kesin bir öngörüde bulunamıyoruz.
Maalesef ülkede iyi giden hiçbir şey yok. İçeride kazan fokur fokur kaynarken, dışta ise neredeyse kavga edilmedik komşu, hatta ülke kalmadı.
Durum böyle olunca içerdeki hayat pahalılığı, arttırılan vergiler, işçinin-emekçinin haklarının yok edilmesi, tarım ve sanayide yaşanan gerilemeyi konuşamıyoruz bile. Çünkü önümüzde en önemli sorun ve her geçen gün daha derinleşen kutuplaşma, öylesine bir boyut kazandı ki, halkların birlikte yaşama koşullarını zorlamaya başladı.
14 yıldan bu yana ülkeyi yöneten Adalet ve Kalkınma Partisi, yavaş-yavaş, adım-adım ve sabırlı bir şekilde dönemine uygun politikalar üreterek, devleti tamamen ele geçirme noktasına geldi.
Örneğin; Adalet ve Kalkınma Partisi, hukuktan mı şikayetçi; hemen bu konuda önceden hesaplanmış politikalarını uygulamaya sokarak, hem mağduriyetlerini veya mağdur olmuşların durumunu kullanarak, bir boksörün rakibini dövdüğü gibi sonunda nakavt edip ele geçirdi.
Yükseköğretim Kurulu yani YÖK’te bunlardan biriydi. 12 Eylül darbesinin ürünü olan bu kuruluş, ilk günden bu yana Adalet ve Kalkınma Partisi’nin hedefinde oldu. Adalet ve Kalkınma Partisi haklı olarak, başörtülü insanların en temel hakkı olan eğitim ve çalışma hayatını elinden alan bu darbe ürünü kurumun, her zaman karşısında olduğunu ve kaldıracağını bağıra-bağıra söylüyordu.
Ama gelinen noktada bunun böyle olmadığını net olarak görüyoruz. Adalet ve Kalkınma Partisi, rektörleri atamaya başladığından bu yana, YÖK’ün demokrasiden uzak yapısını, daha da kötü bir duruma getirdi.
Neden mi; yurtiçi ve yurtdışından 89 üniversitede görev yapan bin 128 akademisyen, Kürt coğrafyasında sokağa çıkma yasağına karşı bir araya geldi ve bölgede yaşanan hak ihlallerine ortak olmayacakları yönünde bir bildiri yayımlayarak, ‘Devletin vatandaşlarına uyguladığı şiddete hemen son vermesini talep ediyoruz’ dediler.
İşte ne olduysa bundan sonra oldu, adeta kıyamet koptu. Her olay ve konuda olduğu gibi önce Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan konuştu ve açıklamaya imza atan bilim insanları hakkında savcıların, YÖK’ün harekete geçmesini istedi ve öyle de oldu.
Peşi sıra Başbakan Ahmet Davutoğlu aynı tonda tepkisini dile getirdi. Tabi ki, her zaman olduğu gibi ardından gazeteciler, stratejik araştırma kuruluşları o gazete köşesi senin, bu televizyon ekranı benim Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın söylemleri doğrultusunda algı yaratmaya başladı ve bunda her zaman olduğu gibi başarılı oldu da...
İmzacı bilim insanları hainlikle-ihanetçilikle suçlandı. Dağa çıkmaları, hendek kazmaları istendi ve her seferinde şiddetle kınandı, mafya liderleri tarafından ‘kanlarıyla duş alacakları’ şeklinde açık bir şekilde tehdit edildiler.
İmzacı bilim insanlarına edebiyatçısından-sinemacısına, Amerika Birleşik Devletleri’nden- Avrupa Parlamentosu’na kadar birçok yerden destek gelince, dönemin başbakanının ‘taraf olmayan bertaraf olur’ sözleri üzerine taraf olan Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu’nun da aralarında bulunduğu 8 sivil toplum örgütü apar-topar bir açıklama yaparak, imzacı bilim insanlarını kınadı.
İmzacı bir-kaç akademisyen imzalarını geri çekerken, hazırlanan 2’nci metne ise imza koyan akademisyen sayısı ise 2 bini aştı. Akademisyenler ikinci metinle birlikte söylemlerinin arkasında olduklarını ve tehditlere boyun eğmeyeceklerini ifade ettiler.
Yukarıda da anlatmaya çalıştığım Adalet ve Kalkınma Partisi, 14 yıldır yaptığı gibi bu kez hedefine bilim insanlarını koydu. Taktik ise aynı… Önce bir boksör gibi döverek yıpratmaya, daha sonra taraf olmaya zorluyor.
Bakalım bu kez kim kazanacak. Fakat her iki durumda da ülkenin kaybedeceği ise bir gerçek...
Sevgiyle kalın.