Bir zat muhteşem bir saray yapıyor. O sarayı aydınlatan ve hem de ısıtan altın huzmeli büyük bir lambayı o sarayın tavanına asıyor. Geceleri de bir kandil gibi yanıp sönen daha küçük bir lambayı o büyük lambanın altına asıyor. O gece lambasını, büyük lambaya bağlı olarak sanki şeyhine tabi olan bir mürit gibi itaat ettiriyor. Adeta birer Mevlevi gibi beraber dönüyorlar. O gece lambası da gümüş renginde olan huzmelerini neşrederek sarayın güzelliğine bir başka güzellik daha katıyor.
Saray sahibi bununla da kalmayıp eşi benzeri görülmemiş çeşitli avizelerle de tavanı süslüyor. Ayrıca lamba ve avizeleri hareket ettirerek altlarına hiçbir direk ve kazık koymadan ve hiçbirini diğerine çarpıştırmadan ilim, kudret ve hikmetini açıkça gösterip, görenleri hayrette bırakıyor.
Saray sahibi bununla da kalmıyor. Misafirlerin rahat etmesi, yiyip içmesi ve bütün ihtiyaçlarını temin etmesi için sular, dağlar, ovalar inşa ediyor ve adeta çeşitli desenlerle bezenmiş bir halıyı her tarafa seriyor. Misafirlerin emrine birçok yardımcı ve faydalı hayvanları veriyor. Herkesin en çok muhtaç olduğu havayı da en bol şekilde ikram ediyor.
Saray, bütün müştemilatı ile tamam olduktan sonra bu saraya çok kıymet verdiği misafirlerini davet ediyor. Ancak misafirlerin de başıboş hareket etmemeleri gerektiğini zaman zaman ikaz edip bildiriyor. Elbette bir insan bir eve misafir olduğunda istediği yerde yatıp kalkamaz, yiyip içemez, ev sahibinin gösterdiği şekilde misafirliğini sürdürmek mecburiyetindedir.
Şayet misafirler bu saraya davet edilmese, sarayın harikalarla dolu olan özellikleri ve ihtişamı hikmetsiz, gayesiz olacaktır ve bu kadar büyük bir masraf boşa gidecektir.
Fakat bu sarayı yapan zatın vazgeçilmez bir kuralı vardır. Sıra ile misafirlerini davet eder, yedirir, içirir en güzel şekilde ağırlar, bazılarına çok, bazılarına az servet verir. Fakat onların yaşına ve hiçbir özelliğine bakmadan herkesi mutlaka öldürmekte, kazandıklarının tümünü geri almaktadır.
Bu durum karşısında misafirler, fıtratlarının gereği olarak şöyle bir sual sormaktadırlar: “Madem bizi bu muhteşem saraya davet ettin en harika bir şekilde bir hayat yaşadık, en leziz şeyleri bizlere yedirip içirdin, o halde neden bizleri öldürüyorsun?”
Sarayın sahibi onlara şu cevabı vermektedir: “Sizleri sınamak için misafir ettim ancak şunu katiyen biliniz ki, misafirliğiniz bitmiş değildir.”
Misafir olmanın sırrını bilenlerle, bunun bir hadise-i adiyye olduğunu zannedenler birbirinden ayrılacaktır. Hikmetim öyle iktiza ediyor. Sizin göreviniz verilen emirleri uygulamaktı. Çünkü bu kadar masraf ve hikmet asla boşuna değildir. Ölüm ve dirilişi her gün yaşadınız; geceleri küçük ölüm olan uykuya daldınız; sabahleyin dirilişin bir numunesi olan hayata başladınız. Tıpkı kışın ölenlerin baharda dirildikleri gibi.
Ancak, sizleri başka bir âleme götüreceğim; o âlemi ne göz görmüş ne de aklı beşer anlayabilir. Bu âlem o alemin gölgesi gibidir. Orada ebedi bir hayat ve daha harika nimetler vardır. Asıl hayat ruhla devam eder ve ruhunuz ölümsüz olarak yaratılmıştır. Ancak bedeniniz için sizlere yeni bir elbise vereceğim. Bu elbise dağılmaz, bozulmaz ve parçalanmaz.
Benim dostluğumu kazananların başka dostlara ihtiyacı yoktur; kapımdan başka bütün kapılar kapalıdır.
Aşık ve müptela olduğunuz bu âlem, ahirette nispeten bir zindan hükmündedir.
Hiç bir zaman sizleri başı boş bırakmadım, gönderdiğim elçi ve kitaplarla hak ile batılı da bildirdim. Bu âlemin kuralı o emirlerdi. Adaletin tam olarak tecelli edeceği bir âlem sizi beklemektedir. ”
Evet bu alemi bütün müştemilatı ile harika ve mucize olarak yaratan zat, daha harika bir alem yaratacağını vaat ediyor. Haşa onda hangi eksiklik var ki yaratamasın.
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Abdulkadir İKBAL
Misafirlerin sonu
Bir zat muhteşem bir saray yapıyor. O sarayı aydınlatan ve hem de ısıtan altın huzmeli büyük bir lambayı o sarayın tavanına asıyor. Geceleri de bir kandil gibi yanıp sönen daha küçük bir lambayı o büyük lambanın altına asıyor. O gece lambasını, büyük lambaya bağlı olarak sanki şeyhine tabi olan bir mürit gibi itaat ettiriyor. Adeta birer Mevlevi gibi beraber dönüyorlar. O gece lambası da gümüş renginde olan huzmelerini neşrederek sarayın güzelliğine bir başka güzellik daha katıyor.
Saray sahibi bununla da kalmayıp eşi benzeri görülmemiş çeşitli avizelerle de tavanı süslüyor. Ayrıca lamba ve avizeleri hareket ettirerek altlarına hiçbir direk ve kazık koymadan ve hiçbirini diğerine çarpıştırmadan ilim, kudret ve hikmetini açıkça gösterip, görenleri hayrette bırakıyor.
Saray sahibi bununla da kalmıyor. Misafirlerin rahat etmesi, yiyip içmesi ve bütün ihtiyaçlarını temin etmesi için sular, dağlar, ovalar inşa ediyor ve adeta çeşitli desenlerle bezenmiş bir halıyı her tarafa seriyor. Misafirlerin emrine birçok yardımcı ve faydalı hayvanları veriyor. Herkesin en çok muhtaç olduğu havayı da en bol şekilde ikram ediyor.
Saray, bütün müştemilatı ile tamam olduktan sonra bu saraya çok kıymet verdiği misafirlerini davet ediyor. Ancak misafirlerin de başıboş hareket etmemeleri gerektiğini zaman zaman ikaz edip bildiriyor. Elbette bir insan bir eve misafir olduğunda istediği yerde yatıp kalkamaz, yiyip içemez, ev sahibinin gösterdiği şekilde misafirliğini sürdürmek mecburiyetindedir.
Şayet misafirler bu saraya davet edilmese, sarayın harikalarla dolu olan özellikleri ve ihtişamı hikmetsiz, gayesiz olacaktır ve bu kadar büyük bir masraf boşa gidecektir.
Fakat bu sarayı yapan zatın vazgeçilmez bir kuralı vardır. Sıra ile misafirlerini davet eder, yedirir, içirir en güzel şekilde ağırlar, bazılarına çok, bazılarına az servet verir. Fakat onların yaşına ve hiçbir özelliğine bakmadan herkesi mutlaka öldürmekte, kazandıklarının tümünü geri almaktadır.
Bu durum karşısında misafirler, fıtratlarının gereği olarak şöyle bir sual sormaktadırlar: “Madem bizi bu muhteşem saraya davet ettin en harika bir şekilde bir hayat yaşadık, en leziz şeyleri bizlere yedirip içirdin, o halde neden bizleri öldürüyorsun?”
Sarayın sahibi onlara şu cevabı vermektedir: “Sizleri sınamak için misafir ettim ancak şunu katiyen biliniz ki, misafirliğiniz bitmiş değildir.”
Misafir olmanın sırrını bilenlerle, bunun bir hadise-i adiyye olduğunu zannedenler birbirinden ayrılacaktır. Hikmetim öyle iktiza ediyor. Sizin göreviniz verilen emirleri uygulamaktı. Çünkü bu kadar masraf ve hikmet asla boşuna değildir. Ölüm ve dirilişi her gün yaşadınız; geceleri küçük ölüm olan uykuya daldınız; sabahleyin dirilişin bir numunesi olan hayata başladınız. Tıpkı kışın ölenlerin baharda dirildikleri gibi.
Ancak, sizleri başka bir âleme götüreceğim; o âlemi ne göz görmüş ne de aklı beşer anlayabilir. Bu âlem o alemin gölgesi gibidir. Orada ebedi bir hayat ve daha harika nimetler vardır. Asıl hayat ruhla devam eder ve ruhunuz ölümsüz olarak yaratılmıştır. Ancak bedeniniz için sizlere yeni bir elbise vereceğim. Bu elbise dağılmaz, bozulmaz ve parçalanmaz.
Benim dostluğumu kazananların başka dostlara ihtiyacı yoktur; kapımdan başka bütün kapılar kapalıdır.
Aşık ve müptela olduğunuz bu âlem, ahirette nispeten bir zindan hükmündedir.
Hiç bir zaman sizleri başı boş bırakmadım, gönderdiğim elçi ve kitaplarla hak ile batılı da bildirdim. Bu âlemin kuralı o emirlerdi. Adaletin tam olarak tecelli edeceği bir âlem sizi beklemektedir. ”
Evet bu alemi bütün müştemilatı ile harika ve mucize olarak yaratan zat, daha harika bir alem yaratacağını vaat ediyor. Haşa onda hangi eksiklik var ki yaratamasın.