Malum olduğu gibi günümüzde bazı hayvan ağaç, bitki, su ürünleri veya yok olmaya yüz tutmuş bir çevreyi koruma altına almak için bazı devletler, belediyeler veya ilgili kuruluşlar gerekli tedbirleri alarak avlanmaya ve iskâna bu alanları kapalı tutuyorlar. Hatta bu bölgelere bazı yasaklar koyarak bu yasaklara uymayanları cezalandırıyorlar.
Allahın yarattığı bu muhteşem âlemi koruma görevi aslında tüm insanlara verilmiştir. Bu alemde birlikte yaşadığımız hayvanlar hiçbir zaman insanlar kadar çevreyi kirletmezler, zarar vermezler. Herhangi bir atık madde bir yerde varsa o zaman görevli o işle görevli başka hayvanların o atıkları ortadan kaldırdığına şahit oluyoruz. Günümüzde ise Şehirlerde belediyeler bu görevi ifa ediyorlar.
Dünyamızda böyle bir sistem işlemekle beraber, bazı insanların çevreye verdiği zararı önlemek için çok büyük harcamalar yapmak mecburiyetinde kalıyoruz. Örneğin insanlar tarafından bir nehrin kirletilen sularını temizlemek için ne kadar büyük tesisler yapmak gerekiyor. Onun içindir ki İslâm’dan bin üç yüz veya bin dörtyüz yıl sonra çevreyi korumak için sanki Mescidi Haram da olduğu gibi benzer uygulama ve kararların insanlık tarafından alınması son derece manidardır.
Bazı Müslümanlar hac ve umre ibadetlerini ifa ederlerken bir çevre eğitimi yaptıklarının farkında bile olmadıklarına şahit oluyor ve bu ibadeti ifa ederken Haccı n manasını idrak etmeden, güya ibadet yapacağı yerde bazı insanlara zarar verip ve hatta bazı insanların ölümüne sebebiyet verdiklerini biliyoruz. Bir böceği, bir sineği bir yaprağın hakkını korumaya titizlikle çalışırken, insanların hak ve hukukunu göz ardı etmeleri büyük bir cehalet ve gafletin eseri olsa gerek.
Malum olduğu üzere Mescidi haram da hiçbir canlıyı öldürmemek ve hiçbir ağaç veya bitkinin yaprağını koparmamak emredilmiştir. Böyle bir fiil işleyenlere karşı Allahın koyduğu cezai müeyyideler devreye girer. Hacca gidenler böyle bir cezayla cezalandırılmamak için ellerinden gelen gayreti gösterirler ve bu cezaları kendilerine uygularlar. Aksi halde hac ibadetinin yerine getirilmesinde büyük arızalar meydana gelir.
Mescidi Haramda böyle bir eğitim fiili olarak bütün hacılar tarafından icra edilirken, bu eğitimi ülkelerine taşımamaları, ve böyle bir uygulamayı sadece Mescidi Haram da icra etmekle sınırlı tutup bütün yaşamlarına yansıtmamaları İslam aleminin bu eğitimden yoksun ve bu kararların manasının da uzak olduğunun açık bir göstergesidir.
Mescidi Haramda bir insan babasını, kardeşini veya yakınını öldüren bir insanla dahi karşılaştığı zaman yüzünü başka tarafa çevirip geçmek mecburiyetindedir, hac ibadeti insanları böyle bir eğitimden geçirmektedir. Dünyada eşi benzeri olmayan böyle bir eğitim maalesef Hac ibadetinden sonra sadece Hac dönemine ait sayılmış ve bu muhteşem emirler İslam toplumunun hayatıyla bütünleşmemiştir.
Cami ve mescitlerde kılınan namazlarda da aynı manalar vardır.
Hac ibadetinde özellikle müşahede ettiğim kadarıyla bu husustu şahsi olarak bazı müstesnalar olduğu gibi bilhassa Endonezya lı Müslümanların insanlara zarar vermemek için çok titiz davranmaları onların iyi bir eğitimden geçtiğinin açık bir ifadesidir.
Gerek devletler ve gerekse alimler Hacca giden insanları Hac ibadeti ve sonrası için bir eğitimden geçmesini sağlamalı ve Haccın manasını topluma hakim kılmak içinde çaba göstermelidir.
Allahın numune olarak bin dört yüz yıldan fazla bir zamandan beri insan, hayvan bitki ve bütün çevreyi korumak için Mescidi Haram da koyduğu bu kurallar anlaşıldığı zaman hem insan, hem hayvan hem de çevreye zarar vermeyecek muhteşem bir medeniyetin inşası ve hem hayatımıza hem topluma yayılması halinde Müslümanlar tarafından bütün insanlığa muhteşem bir örnek teşkil edecektir.
Bediüzzamanın “Din hayatın esası, hem nuru hem esası, ihyayı dinlen olur şu milletin ihyası” diyerek beyan buyurduğu bu ifade sadece bir nasihattan ibaret değildir. En medeni toplum olmamız gerekirken, şu perişan halimiz dinden uzaklaşmamızın açık bir delilidir.
İslamın çağlar üstü mesajı anlaşılıp emirleri yaşama hakim olduğu zaman insanlığın muhtaç olduğu bu çağrıya insanlık koşarak gelecektir.
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Abdulkadir İKBAL
Mescidi haram ve milli parklar
Malum olduğu gibi günümüzde bazı hayvan ağaç, bitki, su ürünleri veya yok olmaya yüz tutmuş bir çevreyi koruma altına almak için bazı devletler, belediyeler veya ilgili kuruluşlar gerekli tedbirleri alarak avlanmaya ve iskâna bu alanları kapalı tutuyorlar. Hatta bu bölgelere bazı yasaklar koyarak bu yasaklara uymayanları cezalandırıyorlar.
Allahın yarattığı bu muhteşem âlemi koruma görevi aslında tüm insanlara verilmiştir. Bu alemde birlikte yaşadığımız hayvanlar hiçbir zaman insanlar kadar çevreyi kirletmezler, zarar vermezler. Herhangi bir atık madde bir yerde varsa o zaman görevli o işle görevli başka hayvanların o atıkları ortadan kaldırdığına şahit oluyoruz. Günümüzde ise Şehirlerde belediyeler bu görevi ifa ediyorlar.
Dünyamızda böyle bir sistem işlemekle beraber, bazı insanların çevreye verdiği zararı önlemek için çok büyük harcamalar yapmak mecburiyetinde kalıyoruz. Örneğin insanlar tarafından bir nehrin kirletilen sularını temizlemek için ne kadar büyük tesisler yapmak gerekiyor. Onun içindir ki İslâm’dan bin üç yüz veya bin dörtyüz yıl sonra çevreyi korumak için sanki Mescidi Haram da olduğu gibi benzer uygulama ve kararların insanlık tarafından alınması son derece manidardır.
Bazı Müslümanlar hac ve umre ibadetlerini ifa ederlerken bir çevre eğitimi yaptıklarının farkında bile olmadıklarına şahit oluyor ve bu ibadeti ifa ederken Haccı n manasını idrak etmeden, güya ibadet yapacağı yerde bazı insanlara zarar verip ve hatta bazı insanların ölümüne sebebiyet verdiklerini biliyoruz. Bir böceği, bir sineği bir yaprağın hakkını korumaya titizlikle çalışırken, insanların hak ve hukukunu göz ardı etmeleri büyük bir cehalet ve gafletin eseri olsa gerek.
Malum olduğu üzere Mescidi haram da hiçbir canlıyı öldürmemek ve hiçbir ağaç veya bitkinin yaprağını koparmamak emredilmiştir. Böyle bir fiil işleyenlere karşı Allahın koyduğu cezai müeyyideler devreye girer. Hacca gidenler böyle bir cezayla cezalandırılmamak için ellerinden gelen gayreti gösterirler ve bu cezaları kendilerine uygularlar. Aksi halde hac ibadetinin yerine getirilmesinde büyük arızalar meydana gelir.
Mescidi Haramda böyle bir eğitim fiili olarak bütün hacılar tarafından icra edilirken, bu eğitimi ülkelerine taşımamaları, ve böyle bir uygulamayı sadece Mescidi Haram da icra etmekle sınırlı tutup bütün yaşamlarına yansıtmamaları İslam aleminin bu eğitimden yoksun ve bu kararların manasının da uzak olduğunun açık bir göstergesidir.
Mescidi Haramda bir insan babasını, kardeşini veya yakınını öldüren bir insanla dahi karşılaştığı zaman yüzünü başka tarafa çevirip geçmek mecburiyetindedir, hac ibadeti insanları böyle bir eğitimden geçirmektedir. Dünyada eşi benzeri olmayan böyle bir eğitim maalesef Hac ibadetinden sonra sadece Hac dönemine ait sayılmış ve bu muhteşem emirler İslam toplumunun hayatıyla bütünleşmemiştir.
Cami ve mescitlerde kılınan namazlarda da aynı manalar vardır.
Hac ibadetinde özellikle müşahede ettiğim kadarıyla bu husustu şahsi olarak bazı müstesnalar olduğu gibi bilhassa Endonezya lı Müslümanların insanlara zarar vermemek için çok titiz davranmaları onların iyi bir eğitimden geçtiğinin açık bir ifadesidir.
Gerek devletler ve gerekse alimler Hacca giden insanları Hac ibadeti ve sonrası için bir eğitimden geçmesini sağlamalı ve Haccın manasını topluma hakim kılmak içinde çaba göstermelidir.
Allahın numune olarak bin dört yüz yıldan fazla bir zamandan beri insan, hayvan bitki ve bütün çevreyi korumak için Mescidi Haram da koyduğu bu kurallar anlaşıldığı zaman hem insan, hem hayvan hem de çevreye zarar vermeyecek muhteşem bir medeniyetin inşası ve hem hayatımıza hem topluma yayılması halinde Müslümanlar tarafından bütün insanlığa muhteşem bir örnek teşkil edecektir.
Bediüzzamanın “Din hayatın esası, hem nuru hem esası, ihyayı dinlen olur şu milletin ihyası” diyerek beyan buyurduğu bu ifade sadece bir nasihattan ibaret değildir. En medeni toplum olmamız gerekirken, şu perişan halimiz dinden uzaklaşmamızın açık bir delilidir.
İslamın çağlar üstü mesajı anlaşılıp emirleri yaşama hakim olduğu zaman insanlığın muhtaç olduğu bu çağrıya insanlık koşarak gelecektir.