Yeni yeni sözü ediliyor. 20’inci yüzyılın son bölümlerine kadar görmezden gelindiler.
Oysa müzelerin ve hastanelerin bodrumlarında, kütüphanelerin kenarda köşede kalmış raflarında, sömürge bakanlıklarının (“koloni bakanlığı” diyorlar) arşivlerinin taşındığı depolarda; onbinlerce belge, fotoğraf, yüzlerce kemik ve onlarca doldurulmuş insan bedenleri bulunuyordu. Hatta üniversitelerin arşivlerinde insanların ırksal olarak medeniler ve vahşiler olarak ayrıldığını kanıtlamaya çalışan bilimsel “raporlar” da yer alıyordu. Aşağılanmadan ve esaretten dolayı çekilen acıların, zamanın rüzgarında sürüklenip anılmaz olması da cabasıydı.
Aynı hayvanat bahçeleri gibi insanat bahçeleri vardı. Hayvanat bahçelerinin içinde konumlandırılıyorlardı veya bunlara özel yerler ayarlanıyordu. Yaygın oldukları dönemlerde “Koloni Sergisi”, “Etnolojik Gösteri” gibi adlar veriliyordu. Şimdilerde ise itiraf ediliyor artık. Bunlara “Human Zoo” deniliyor. Yani İnsanat bahçesi…
New York Coney Island’daki insanat bahçesi ve seyircileri.
ARSIZLIK 19. YÜZYILDA BAŞLADI.
“Medeni Dünya” nın bu yüzkarası, özellikle 19’uncu yüzyılda arsızlaştı. Amerika Birleşik Devletleri’nde Phines Taylor Barnum diye bir şahıs vardı. “Dünyanın En Büyük Şovu” adı altında fiziksel olarak uç özelliklere sahip insanları sergiliyordu. Büyük ilgi görünce aklına “vahşileri” de sergilemek geldi. 1883 yılında Amerika kıtası dışındaki yerlerden “Vahşi” aradığına dair ilanlar verdi. İrlandalı Robert Cunningham bunu Avustralya’da öğrendi. Bir grup Aborjin’i kandırarak Amerika’ya götürdü ve Barnum’a sattı. Cunningham ve Barnum işi büyüttüler ve zengin oldular. “Vahşi” sergilemek “medeni” ülkelerde yaygınlaştı. Mesela Londra’da Guilermo Antonio Farini adlı şahıs, Namibyalıları Royal Akvaryum’da sergiliyordu. Sergilenen insanlar, aktör olarak gösterildiler. Maaşları da vardı. Temel ihtiyaçlarını karşılayacak kadar…
Phines Taylor Barnum’un sergilediği Aborjinler için afişi.
“Erkek ve Kadın Avustralyalı Yamyamlar”
Guilermo Farini ve Royal Aquarium’da sergilediği insanlar.
Fotoğraftaki kompozisyona dikkat!
Görülen ilgi üzerine Avrupa’daki hayvanat bahçelerinde insanat bahçeleri açıldı. Her bir “medeni” Avrupa ülkesinin bir sömürgesi, “kolonisi” vardı nasıl olsa. Buralardan kandırılarak, çeşitli vaadlerle insanat bahçelerine götürülen “vahşiler”, hayvan gibi çitlerin, tel örgülerin ardında hatta kafeslerde sergilendiler. Başta dans olmak üzere kendilerine verilen senaryoyu oynuyorlardı. Kimi insanat bahçelerinde yine senaryo gereği beyazları yani “medenileri” pusuya düşürüp öldürüyorlardı. Kullanmadıkları halde taş aletler yapıyorlardı. Olmadıkları halde el altından “yamyam” olarak tanıtılıyorlardı. Neredeyse haftanın her günü “çalışmak” durumundaydılar. Önemli bir bölümü kuzey yarımküre iklimine alışık olmadıklarından ve kış aylarında da geleneksel giysileriyle açık havada bulunmak zorunda oldukları için hastalıklardan kırıldılar. Ülkelerine dönebilme imkanları yoktu. Gösterileri yönetenlerin insafına kalmışlardı. Onlar da insafsızdı…
Bir insanat bahçesi. Kadın, kucağında bebeği,
seyirciler ve ne olur ne olmaz diye dikilen muhafız.
ST. LOUIS DÜNYA FUARI’NDA “MEDENİLER VE VAHŞİLER”
Bu utanç öyküsünde ABD’de St.Louis Kenti’nde açılan 1904 Dünya Fuarı’ndan da söz etmek gerekiyor. Elektrik, telefon gibi “medeni” buluşların yanısıra bu fuarda 3000 “vahşi” sergilendi. En çok ilgi gören “vahşiler” Belçika Kongosu’ndan zorla götürülen Pigmelerdi. “İnsanlığın En Alt Formu” olarak sergilendiler. Fuar için Belçika Kralı Leopold II’den talep edildiler. Pigmeler, 1885’ten beri Leopold’un malıydılar. Lafı mı olurdu?
İnsanat bahçeleri, ırkçılığın ve sömürgeciliğin meşrulaştırılması için araç haline geldi. “Medeni” dünyanın beşeriyeti, çitlerin ardında, kafeslerin içinde kendilerinin ne kadar üstün varlıklar olduklarını güya kanıtlayan “yaratıkları” seyrediyorlardı. Bu insanları sömürmekte onları alt yaşam formu olarak kabul etmekte haklıydılar işte! Zaten insanat bahçelerinde sergilenenler, ırkçılığı meşru göstermeye çalışan güya bilimsel araştırmalara da tabi tutuldular.
St.Louis Dünya Fuarı’nın gözdeleri Pigmeler bir gösteride.
1.DÜNYA SAVAŞI VE FRANSA’DAKİ KOLONİ SERGİSİ
Birinci Dünya Savaşı patlak verdiğinde insanat bahçeleri bıçak gibi kesiliverdi. Ne de olsa birbirini yemeye başlayan “medeni” alemin sömürgelerinde asker devşirme imkanları vardı. “Vahşiler”, kendilerini gerçek vahşetin içinde buluverdiler. Geçici olarak “vahşi” değillerdi. Kuşkusuz, asker olarak eşit muamele görmediler. Savaştan sonra “vahşilerin” kahramanlıkları unutuldu. İnsanat bahçeleri yeniden faaliyete geçti.
En büyük “gösteri” 1931’de Fransa’da oldu. Özellikle “Yeni Kaledonya”dan götürülen Kanaklar, Paris’teki Koloni Sergisi’nin en ilgi çekici bölümünü oluşturdular. Öyle ki Koloni Sergisi’nin insanat bahçesi bölümüne 30 milyon bilet kesildi. Fransa o zamanlar kolonileriyle övünüyordu. Roma İmparatorluğu’nun iki misli alana ve 100 milyon nüfusa hükmediyordu. Koloni Sergisi için inşa edilen Koloni Sarayı, iç ve dış betimlemeleriyle aşağılamayı sanatsal bir şekilde yansıtıyordu. Neyse ki protestolar oldu. Ayrıca Almanya’ya gönderilen Kanaklar, ağır koşullar nedeniyle isyan ettiler. Hemen Fransa’ya geri götürüldüler. Sonunda Kanaklardan biri hariç (Marius Kaloie’nin hikayesini diğer bölümlerde anlatacağız) hayatta kalanlar, ülkelerine döndüler.
Fransa’daki Koloni Sergisi’nden bir görüntü.
Koloni Sergisi için inşa edilen Koloni Sarayı ve freskleri.
Koloni Sarayı’ndaki fresklerden bir detay.
ZİYARETÇİ SAYISI? 100 BİN 500 BİN DEĞİL…
İnsanat bahçeleri, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra ortadan kalktı. Koloniyal hakimiyet de insanat bahçelerinin ortadan kalmasına koşut sona ermeye başladı. Koloniler, 1960’larda, 70lerde birer birer bağımsızlıklarını elde ettiler. İnsanat bahçeleriyle ilgili belgeler, eşya, doldurulmuş insanlar, sanat eserleri ortadan kaldırılıp arşivlere, depolara istiflendi. 90lı yıllara kadar da etkili olabilecek kimse bu vahşete değinmedi. Sonra arşivler, depolar yoklandı; fotoğraflar gün yüzü gördü. Yazılar yazıldı, belgeseller yapıldı.
Ve bilanço ortaya çıktı. 19’uncu yüzyıldan 20’inci yüzyılın ikinci yarısına kadar; 35.000 insanat sergisi açılmıştı. Bunları 1 milyar kişi ziyaret etmişti.
1 Milyar ziyaretçi…
“Medeni” alemin genetiğini etkilemiş midir bu sayı?
Final de şu aşağıdaki fotoğraf olsun. “Hottentot Venüsü” diye “medeni” beşeriyete tanıtılan Güney Afrikalı Sarah Baartman’ın doldurulmuş bedeni… Fransa, Musee De L’Homme Vitrin 33… Elbette artık sergilenmiyor. Sarah Baartman’ı da anlatacağız.
Bireysel öyküler ayrı bir utanç çünkü…
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
Oğuz Haksever
İNSANAT BAHÇELERİ VARDI BİLİR MİSİNİZ?
1.BÖLÜM
Yeni yeni sözü ediliyor. 20’inci yüzyılın son bölümlerine kadar görmezden gelindiler.
Oysa müzelerin ve hastanelerin bodrumlarında, kütüphanelerin kenarda köşede kalmış raflarında, sömürge bakanlıklarının (“koloni bakanlığı” diyorlar) arşivlerinin taşındığı depolarda; onbinlerce belge, fotoğraf, yüzlerce kemik ve onlarca doldurulmuş insan bedenleri bulunuyordu. Hatta üniversitelerin arşivlerinde insanların ırksal olarak medeniler ve vahşiler olarak ayrıldığını kanıtlamaya çalışan bilimsel “raporlar” da yer alıyordu. Aşağılanmadan ve esaretten dolayı çekilen acıların, zamanın rüzgarında sürüklenip anılmaz olması da cabasıydı.
Aynı hayvanat bahçeleri gibi insanat bahçeleri vardı. Hayvanat bahçelerinin içinde konumlandırılıyorlardı veya bunlara özel yerler ayarlanıyordu. Yaygın oldukları dönemlerde “Koloni Sergisi”, “Etnolojik Gösteri” gibi adlar veriliyordu. Şimdilerde ise itiraf ediliyor artık. Bunlara “Human Zoo” deniliyor. Yani İnsanat bahçesi…
New York Coney Island’daki insanat bahçesi ve seyircileri.
ARSIZLIK 19. YÜZYILDA BAŞLADI.
“Medeni Dünya” nın bu yüzkarası, özellikle 19’uncu yüzyılda arsızlaştı. Amerika Birleşik Devletleri’nde Phines Taylor Barnum diye bir şahıs vardı. “Dünyanın En Büyük Şovu” adı altında fiziksel olarak uç özelliklere sahip insanları sergiliyordu. Büyük ilgi görünce aklına “vahşileri” de sergilemek geldi. 1883 yılında Amerika kıtası dışındaki yerlerden “Vahşi” aradığına dair ilanlar verdi. İrlandalı Robert Cunningham bunu Avustralya’da öğrendi. Bir grup Aborjin’i kandırarak Amerika’ya götürdü ve Barnum’a sattı. Cunningham ve Barnum işi büyüttüler ve zengin oldular. “Vahşi” sergilemek “medeni” ülkelerde yaygınlaştı. Mesela Londra’da Guilermo Antonio Farini adlı şahıs, Namibyalıları Royal Akvaryum’da sergiliyordu. Sergilenen insanlar, aktör olarak gösterildiler. Maaşları da vardı. Temel ihtiyaçlarını karşılayacak kadar…
Phines Taylor Barnum’un sergilediği Aborjinler için afişi.
“Erkek ve Kadın Avustralyalı Yamyamlar”
Guilermo Farini ve Royal Aquarium’da sergilediği insanlar.
Fotoğraftaki kompozisyona dikkat!
Görülen ilgi üzerine Avrupa’daki hayvanat bahçelerinde insanat bahçeleri açıldı. Her bir “medeni” Avrupa ülkesinin bir sömürgesi, “kolonisi” vardı nasıl olsa. Buralardan kandırılarak, çeşitli vaadlerle insanat bahçelerine götürülen “vahşiler”, hayvan gibi çitlerin, tel örgülerin ardında hatta kafeslerde sergilendiler. Başta dans olmak üzere kendilerine verilen senaryoyu oynuyorlardı. Kimi insanat bahçelerinde yine senaryo gereği beyazları yani “medenileri” pusuya düşürüp öldürüyorlardı. Kullanmadıkları halde taş aletler yapıyorlardı. Olmadıkları halde el altından “yamyam” olarak tanıtılıyorlardı. Neredeyse haftanın her günü “çalışmak” durumundaydılar. Önemli bir bölümü kuzey yarımküre iklimine alışık olmadıklarından ve kış aylarında da geleneksel giysileriyle açık havada bulunmak zorunda oldukları için hastalıklardan kırıldılar. Ülkelerine dönebilme imkanları yoktu. Gösterileri yönetenlerin insafına kalmışlardı. Onlar da insafsızdı…
Bir insanat bahçesi. Kadın, kucağında bebeği,
seyirciler ve ne olur ne olmaz diye dikilen muhafız.
ST. LOUIS DÜNYA FUARI’NDA “MEDENİLER VE VAHŞİLER”
Bu utanç öyküsünde ABD’de St.Louis Kenti’nde açılan 1904 Dünya Fuarı’ndan da söz etmek gerekiyor. Elektrik, telefon gibi “medeni” buluşların yanısıra bu fuarda 3000 “vahşi” sergilendi. En çok ilgi gören “vahşiler” Belçika Kongosu’ndan zorla götürülen Pigmelerdi. “İnsanlığın En Alt Formu” olarak sergilendiler. Fuar için Belçika Kralı Leopold II’den talep edildiler. Pigmeler, 1885’ten beri Leopold’un malıydılar. Lafı mı olurdu?
İnsanat bahçeleri, ırkçılığın ve sömürgeciliğin meşrulaştırılması için araç haline geldi. “Medeni” dünyanın beşeriyeti, çitlerin ardında, kafeslerin içinde kendilerinin ne kadar üstün varlıklar olduklarını güya kanıtlayan “yaratıkları” seyrediyorlardı. Bu insanları sömürmekte onları alt yaşam formu olarak kabul etmekte haklıydılar işte! Zaten insanat bahçelerinde sergilenenler, ırkçılığı meşru göstermeye çalışan güya bilimsel araştırmalara da tabi tutuldular.
St.Louis Dünya Fuarı’nın gözdeleri Pigmeler bir gösteride.
1.DÜNYA SAVAŞI VE FRANSA’DAKİ KOLONİ SERGİSİ
Birinci Dünya Savaşı patlak verdiğinde insanat bahçeleri bıçak gibi kesiliverdi. Ne de olsa birbirini yemeye başlayan “medeni” alemin sömürgelerinde asker devşirme imkanları vardı. “Vahşiler”, kendilerini gerçek vahşetin içinde buluverdiler. Geçici olarak “vahşi” değillerdi. Kuşkusuz, asker olarak eşit muamele görmediler. Savaştan sonra “vahşilerin” kahramanlıkları unutuldu. İnsanat bahçeleri yeniden faaliyete geçti.
En büyük “gösteri” 1931’de Fransa’da oldu. Özellikle “Yeni Kaledonya”dan götürülen Kanaklar, Paris’teki Koloni Sergisi’nin en ilgi çekici bölümünü oluşturdular. Öyle ki Koloni Sergisi’nin insanat bahçesi bölümüne 30 milyon bilet kesildi. Fransa o zamanlar kolonileriyle övünüyordu. Roma İmparatorluğu’nun iki misli alana ve 100 milyon nüfusa hükmediyordu. Koloni Sergisi için inşa edilen Koloni Sarayı, iç ve dış betimlemeleriyle aşağılamayı sanatsal bir şekilde yansıtıyordu. Neyse ki protestolar oldu. Ayrıca Almanya’ya gönderilen Kanaklar, ağır koşullar nedeniyle isyan ettiler. Hemen Fransa’ya geri götürüldüler. Sonunda Kanaklardan biri hariç (Marius Kaloie’nin hikayesini diğer bölümlerde anlatacağız) hayatta kalanlar, ülkelerine döndüler.
Fransa’daki Koloni Sergisi’nden bir görüntü.
Koloni Sergisi için inşa edilen Koloni Sarayı ve freskleri.
Koloni Sarayı’ndaki fresklerden bir detay.
ZİYARETÇİ SAYISI? 100 BİN 500 BİN DEĞİL…
İnsanat bahçeleri, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra ortadan kalktı. Koloniyal hakimiyet de insanat bahçelerinin ortadan kalmasına koşut sona ermeye başladı. Koloniler, 1960’larda, 70lerde birer birer bağımsızlıklarını elde ettiler. İnsanat bahçeleriyle ilgili belgeler, eşya, doldurulmuş insanlar, sanat eserleri ortadan kaldırılıp arşivlere, depolara istiflendi. 90lı yıllara kadar da etkili olabilecek kimse bu vahşete değinmedi. Sonra arşivler, depolar yoklandı; fotoğraflar gün yüzü gördü. Yazılar yazıldı, belgeseller yapıldı.
Ve bilanço ortaya çıktı. 19’uncu yüzyıldan 20’inci yüzyılın ikinci yarısına kadar; 35.000 insanat sergisi açılmıştı. Bunları 1 milyar kişi ziyaret etmişti.
1 Milyar ziyaretçi…
“Medeni” alemin genetiğini etkilemiş midir bu sayı?
Final de şu aşağıdaki fotoğraf olsun. “Hottentot Venüsü” diye “medeni” beşeriyete tanıtılan Güney Afrikalı Sarah Baartman’ın doldurulmuş bedeni… Fransa, Musee De L’Homme Vitrin 33… Elbette artık sergilenmiyor. Sarah Baartman’ı da anlatacağız.
Bireysel öyküler ayrı bir utanç çünkü…