İmam-ı Deylemi’nin bildirdiği Hadis-i Şerifte, “Âhir zamanda bir camide binden fazla kişi namaz kılacak, fakat içlerinde bir tane mümin bulunmayacaktır” buyuruluyor. Şimdi akıllara, “Mümin olmayan ve namazları da kabul edilmeyen insanlar, niye camiye geliyor ki?” gibi sorular gelebilir.
Efendim;
Bunlar, kendilerini Müslüman zanneden, ama küfre düşmüş kimselerdir. Mesela, kaderi inkâr eden, “İnsan kaderini kendi çizer” diyen ve amelin imandan bir parça olduğunu söyleyen akılcı Mutezile fırkası küfre girmiştir.
Peygamber Efendimiz bu fırka için buyuruyor ki:
“Şer takdir edilmedi diyen Kaderiye’nin [Mutezile’nin] İslam’dan nasibi yoktur.” [Beyheki]
“Günahı bize Allah zorla işletiyor” diyen Mürciye yani Cebriye fırkası da küfre girmiştir. Peygamber Efendimiz, bunlar için şöyle buyuruyor:
“Mürciye [Cebriye] ve Kaderiye’nin [Mutezile’nin] İslamiyet’ten nasibi yoktur.” [Buhari]
Amentü’deki 6 esastan birini bile inkâr edenler de küfre girmiştir. Mesela, “La ilahe illallah demek yeter, Muhammedün Resulullah” demeye gerek yoktur veya “Hıristiyan ve Yahudi kâfirleri de Cennete girecektir” diyenler yahut herhangi bir şekilde küfre girenler, o camide binden fazla kişiyle beraber bulunacaklardır.
İnsanları küfre sürükleyen işlerin başında bid’at gelmektedir. Bid’at, Allah ve Resulü’nün emrini eksik bulup, “Günümüzün şartlarında şöyle olması daha iyi olur” diyerek yeni hükümler koymaktır. Bid’at fırkalarının çoğu böyledir. Bunların imanları düzgün olmadığı için amelleri kabul olmaz.
Dört Hadis-i Şerif meali şöyledir:
“Bir bid'at çıkaranın Namazı, Orucu, Haccı, Umresi, Cihadı, Tevbesi, Farzı, Nafilesi ve hiçbir iyiliği kabul olmaz. Yağdan kıl çıkar gibi, dinden çıkması kolay olur.” [İbni Mace]
“Allahü Teâlâ, bid'at ehlinin duasını, zekâtını, haccını ve namazını kabul etmez.” [Deylemi]
“Bid'at ehli, bid'atini Allah rızası için terk etmedikçe, hiçbir ameli kabul olmaz.” [Deylemi, İbni Neccar, Ebu Nasr, İbni Ebi Asım]
“Kur'anı mizmarlardan [çalgı da çalınan aletlerden] okuyanlara Allah lanet eder.” [Müsamere]
Demek ki, bid’at ehli, bid’at işleyerek imanları gideceği için, hadis-i şerifte, “Bir camide binden fazla kişi namaz kılacak, fakat içlerinde bir tane mümin bulunmayacaktır” buyurulmuştur. Bunun için bid’atlerden çok uzak durmalı. İbadetleri Resulullah efendimizin yaptığı gibi yapmalı, onun bildirdiği şekilde namaz kılmalı, “O gün öyleymiş, ama bugün böyle namaz kılmak daha iyidir. Resulullah da olsa böyle namaz kılardı” dememeli ve ibadete bid’at karıştırarak küfre girmemelidir. Hindistan’da bazı camilere ekran konmuş, merkez camideki imamın görüntüsüne uyarak namaz kılınmaktaymış. Bugün Türkiye’de bile, “TV’yi açıp Mekke’deki imama uyalım” diyenler çıkmıştır. Bid’atlerden çok sakınmalı, camilerdeki namazları kabul olmayan bozuk imanlı kişilerden olmamalıdır.
Allahü Teâlâ, dünyada bütün insanlara acıyor, muhtaç oldukları şeyleri yaratıp, herkese gönderiyor. Dünyada rahat ve huzur içinde yaşamaları ve ahirette sonsuz saadete kavuşmaları için, ne yapmaları lazım olduğunu açıkça bildiriyor. Nefislerine, kötü arkadaşlara, zararlı kitaplara ve yayınlara aldanarak, küfür ve dalalet yoluna sapanlardan, dilediğini hidayete kavuşturuyor, bunları doğru yola çekiyor. Ancak azgın, zalim olanlara bu nimetini ihsan etmiyor. Onları, beğendikleri, istedikleri, içine düştükleri inkâr bataklığında bırakıyor.
Secdenin önemi
Bir gayrimüslim, secde âyetini dinledikten sonra tilavet secdesi yapsa, Müslüman olduğu anlaşılır. (Bezzaziyye, İbni Abidin)
Yine bunun gibi, namazlarını cemaatle kılan bir kimsenin Müslüman olduğu anlaşılır, çünkü İslamiyet’ten önceki hak dinlerde namaz yalnız kılınır, cemaatle kılınmazdı. (İ. Ahlâkı)
Dinimizde zahire, görünüşe göre hüküm verildiği için, bir gayrimüslim bunları yapınca Müslüman olduğuna hükmedilir. Yoksa bâtıl inancından vazgeçmedikçe, dinimizin bildirdiği hususlara iman etmedikçe, sadece bunları yapmakla Müslüman olmuş olmaz. Müslüman görünmek için münafıklık da yapmış olabilir, ama küfrünü belli eden bir sözü, hareketi görülmedikçe, dünyada ona Müslüman muamelesi yapılır.
Namaz kılan mümindir
İtikadının küfür olduğunu kesin bilmediğimiz kimseye kâfir denmez. Çünkü cemaatle namaz kılmak İslam’ın şiarıdır. Cemaatle namaz kılarken görülen bir kimse, küfrü kesin bilinmedikçe Müslüman kabul edilir. Çünkü namaz kılmak imanın alametidir.
Elbette istisnalar bu hükme dâhil değildir. Mesela imanı olmadığı hâlde, camideki Müslümanları fişlemek için veya başka kötü bir maksatla geliyordur. Fakat durumları bilinmediği için bunlara da kâfir denmez. Kesin bilinmeden, şüpheyle hiç kimseye kâfir dememelidir. Namaz kılsa da, dinin açık bir hükmünü inkâr eden, mesela “İçki haram değildir” veya “Tesettür farz değildir” diyen küfre girmiş olur.
Mukallitlikten kurtulmak
Yer, gök ve canlılardaki, kendi organlarındaki düzeni görüp, işitip, öğrenip de bunları yapan bir varlığın mevcudiyetini düşünmek, mukallit olmaktan çıkarır. Hepimiz imanda mukallit değil, amelde mukallidiz.
İmanın şartlarıyla İslam’ın şartları farklı, İmanla İslam farklı değildir. Âdem aleyhisselamdan beri, Allahü Teâlâ yüzlerce hak din gönderdi. Hepsinin imanı müşterek idi. İmanda ayrılık olmaz. Bütün dinlerde imanın şartları, Amentü’nün esasları aynı idi. Şimdi, yediye çıkaranlar, beşe indirenler varsa da kıymetsizdir. Kalble, bedenle yapılması ve sakınılması lazım olan şeyleri farklı olduğundan, her dinin Müslümanlıkları da ayrıdır. Mesela âhir zaman Peygamberinin bildirdiği İslamiyet’te, İslam’ın şartı beş iken, diğer dinlerde farklı idi. Daha az veya daha çoktu. Mesela Musevilikte, İsevilikte Hacca gitmek şartı yoktu. Namaz vakitleri ve rekât sayıları değişikti. Ama imanın şartında değişiklik yoktu, çünkü iman edilecek hususlar zamanla değişmez. İman, muma benzer. Dinin emir ve yasakları, mum etrafındaki fener gibidir. Mumla birlikte fener de, İslamiyet’tir. İmansız, İslam olamaz. İslam olmayınca, iman da yoktur.
İman etmek esas ise de…
Kalp ile inanmak, Müslümanlığın temeli olduğu gibi, amellerin de en üstünü budur. Resûlullah Efendimize işlerin en üstünü hangisidir diye soruldukta;
“Allah’a ve Resûl’üne inanmaktır” buyurduktan sonra, amentüyü okumuştur. Bu Hadîs-i Şerif Buhârîde yazılıdır.
İslâmiyet’te imanın esas olması, amellerin, ibadetlerin ehemmiyetini, önemini azaltmaz. Çünkü, amellerin yapılmasına sebep, imandır. Sebebin kuvvetli olması, neticeyi emniyet altına alır. İmanı kuvvetli olan bir Müslüman, amellere daha çok ehemmiyet verir. Müslümanların her farza, harama, her amele, her vazifeye de ayrı ayrı iman etmesi lazım olduğu için, günah işleyenler, imanlarının sarsılacağını, hatta gideceğini düşünerek titrerler. Hatta bir günahı işlemeyen kimse bile, o günaha ehemmiyet vermese, ne olurmuş dese, imanı gider kâfir olur. Bazı işleri imana katmak isteyen dinde reformcular, amellerin ehemmiyetini acaba bu kadar anlayabilmişler midir? Yalnız kalp ile inanmakla Müslümanlık olmayacağını, amellere, işlere bakmak lazım olduğunu söyleyenler, bu amellerin Allah için ve ahireti kazanmak için değil de, dünya için ve dünya saadeti için olmasını düşünüyorlar.
“Dinin emirlerini, yasaklarını kabul et, iman eyle de, bunları ister yap, ister yapma, artık bundan rahat bir şey olamaz” demeleri de yanlıştır. Çünkü, bu emir ve yasaklara ehemmiyet vermeyen kâfir olur.
İman, kalbin inanması demektir. Bunun hasıl olması için, önce ilim lazımdır. İlim ile amel başka başka şeydir. Amel, ilme pek lazım ise de, ikisi aynı şey olamaz.
Fransızların; “Bon penser et bien dire ne sert rien sans bien faire” atasözleri de, ilim ile ameli birbirinden ayırmaktadır. Yani, iyi düşünmek, iyi söylemek, iyi iş yapmadıkça, bir şeye yaramaz demişlerdir.
Fakat, dinimiz bu atasözüne karşı olarak iyilik yapmaksızın iyi düşünmek, yani yalnız iman etmek fayda verir demektedir.
Allahu Teâlâ cümlemizi Kendisine layık Kul, Habibine layık Ümmet eylesin. (Amin)
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Müslüm Abacıoğlu
İmansız Cemaat
Muhterem Kardeşlerim…
İmam-ı Deylemi’nin bildirdiği Hadis-i Şerifte, “Âhir zamanda bir camide binden fazla kişi namaz kılacak, fakat içlerinde bir tane mümin bulunmayacaktır” buyuruluyor. Şimdi akıllara, “Mümin olmayan ve namazları da kabul edilmeyen insanlar, niye camiye geliyor ki?” gibi sorular gelebilir.
Efendim;
Bunlar, kendilerini Müslüman zanneden, ama küfre düşmüş kimselerdir. Mesela, kaderi inkâr eden, “İnsan kaderini kendi çizer” diyen ve amelin imandan bir parça olduğunu söyleyen akılcı Mutezile fırkası küfre girmiştir.
Peygamber Efendimiz bu fırka için buyuruyor ki:
“Şer takdir edilmedi diyen Kaderiye’nin [Mutezile’nin] İslam’dan nasibi yoktur.” [Beyheki]
“Günahı bize Allah zorla işletiyor” diyen Mürciye yani Cebriye fırkası da küfre girmiştir. Peygamber Efendimiz, bunlar için şöyle buyuruyor:
“Mürciye [Cebriye] ve Kaderiye’nin [Mutezile’nin] İslamiyet’ten nasibi yoktur.” [Buhari]
Amentü’deki 6 esastan birini bile inkâr edenler de küfre girmiştir. Mesela, “La ilahe illallah demek yeter, Muhammedün Resulullah” demeye gerek yoktur veya “Hıristiyan ve Yahudi kâfirleri de Cennete girecektir” diyenler yahut herhangi bir şekilde küfre girenler, o camide binden fazla kişiyle beraber bulunacaklardır.
İnsanları küfre sürükleyen işlerin başında bid’at gelmektedir. Bid’at, Allah ve Resulü’nün emrini eksik bulup, “Günümüzün şartlarında şöyle olması daha iyi olur” diyerek yeni hükümler koymaktır. Bid’at fırkalarının çoğu böyledir. Bunların imanları düzgün olmadığı için amelleri kabul olmaz.
Dört Hadis-i Şerif meali şöyledir:
“Bir bid'at çıkaranın Namazı, Orucu, Haccı, Umresi, Cihadı, Tevbesi, Farzı, Nafilesi ve hiçbir iyiliği kabul olmaz. Yağdan kıl çıkar gibi, dinden çıkması kolay olur.” [İbni Mace]
“Allahü Teâlâ, bid'at ehlinin duasını, zekâtını, haccını ve namazını kabul etmez.” [Deylemi]
“Bid'at ehli, bid'atini Allah rızası için terk etmedikçe, hiçbir ameli kabul olmaz.” [Deylemi, İbni Neccar, Ebu Nasr, İbni Ebi Asım]
“Kur'anı mizmarlardan [çalgı da çalınan aletlerden] okuyanlara Allah lanet eder.” [Müsamere]
Demek ki, bid’at ehli, bid’at işleyerek imanları gideceği için, hadis-i şerifte, “Bir camide binden fazla kişi namaz kılacak, fakat içlerinde bir tane mümin bulunmayacaktır” buyurulmuştur. Bunun için bid’atlerden çok uzak durmalı. İbadetleri Resulullah efendimizin yaptığı gibi yapmalı, onun bildirdiği şekilde namaz kılmalı, “O gün öyleymiş, ama bugün böyle namaz kılmak daha iyidir. Resulullah da olsa böyle namaz kılardı” dememeli ve ibadete bid’at karıştırarak küfre girmemelidir. Hindistan’da bazı camilere ekran konmuş, merkez camideki imamın görüntüsüne uyarak namaz kılınmaktaymış. Bugün Türkiye’de bile, “TV’yi açıp Mekke’deki imama uyalım” diyenler çıkmıştır. Bid’atlerden çok sakınmalı, camilerdeki namazları kabul olmayan bozuk imanlı kişilerden olmamalıdır.
Allahü Teâlâ, dünyada bütün insanlara acıyor, muhtaç oldukları şeyleri yaratıp, herkese gönderiyor. Dünyada rahat ve huzur içinde yaşamaları ve ahirette sonsuz saadete kavuşmaları için, ne yapmaları lazım olduğunu açıkça bildiriyor. Nefislerine, kötü arkadaşlara, zararlı kitaplara ve yayınlara aldanarak, küfür ve dalalet yoluna sapanlardan, dilediğini hidayete kavuşturuyor, bunları doğru yola çekiyor. Ancak azgın, zalim olanlara bu nimetini ihsan etmiyor. Onları, beğendikleri, istedikleri, içine düştükleri inkâr bataklığında bırakıyor.
Secdenin önemi
Bir gayrimüslim, secde âyetini dinledikten sonra tilavet secdesi yapsa, Müslüman olduğu anlaşılır. (Bezzaziyye, İbni Abidin)
Yine bunun gibi, namazlarını cemaatle kılan bir kimsenin Müslüman olduğu anlaşılır, çünkü İslamiyet’ten önceki hak dinlerde namaz yalnız kılınır, cemaatle kılınmazdı. (İ. Ahlâkı)
Dinimizde zahire, görünüşe göre hüküm verildiği için, bir gayrimüslim bunları yapınca Müslüman olduğuna hükmedilir. Yoksa bâtıl inancından vazgeçmedikçe, dinimizin bildirdiği hususlara iman etmedikçe, sadece bunları yapmakla Müslüman olmuş olmaz. Müslüman görünmek için münafıklık da yapmış olabilir, ama küfrünü belli eden bir sözü, hareketi görülmedikçe, dünyada ona Müslüman muamelesi yapılır.
Namaz kılan mümindir
İtikadının küfür olduğunu kesin bilmediğimiz kimseye kâfir denmez. Çünkü cemaatle namaz kılmak İslam’ın şiarıdır. Cemaatle namaz kılarken görülen bir kimse, küfrü kesin bilinmedikçe Müslüman kabul edilir. Çünkü namaz kılmak imanın alametidir.
Elbette istisnalar bu hükme dâhil değildir. Mesela imanı olmadığı hâlde, camideki Müslümanları fişlemek için veya başka kötü bir maksatla geliyordur. Fakat durumları bilinmediği için bunlara da kâfir denmez. Kesin bilinmeden, şüpheyle hiç kimseye kâfir dememelidir. Namaz kılsa da, dinin açık bir hükmünü inkâr eden, mesela “İçki haram değildir” veya “Tesettür farz değildir” diyen küfre girmiş olur.
Mukallitlikten kurtulmak
Yer, gök ve canlılardaki, kendi organlarındaki düzeni görüp, işitip, öğrenip de bunları yapan bir varlığın mevcudiyetini düşünmek, mukallit olmaktan çıkarır. Hepimiz imanda mukallit değil, amelde mukallidiz.
İmanın şartlarıyla İslam’ın şartları farklı, İmanla İslam farklı değildir. Âdem aleyhisselamdan beri, Allahü Teâlâ yüzlerce hak din gönderdi. Hepsinin imanı müşterek idi. İmanda ayrılık olmaz. Bütün dinlerde imanın şartları, Amentü’nün esasları aynı idi. Şimdi, yediye çıkaranlar, beşe indirenler varsa da kıymetsizdir. Kalble, bedenle yapılması ve sakınılması lazım olan şeyleri farklı olduğundan, her dinin Müslümanlıkları da ayrıdır. Mesela âhir zaman Peygamberinin bildirdiği İslamiyet’te, İslam’ın şartı beş iken, diğer dinlerde farklı idi. Daha az veya daha çoktu. Mesela Musevilikte, İsevilikte Hacca gitmek şartı yoktu. Namaz vakitleri ve rekât sayıları değişikti. Ama imanın şartında değişiklik yoktu, çünkü iman edilecek hususlar zamanla değişmez. İman, muma benzer. Dinin emir ve yasakları, mum etrafındaki fener gibidir. Mumla birlikte fener de, İslamiyet’tir. İmansız, İslam olamaz. İslam olmayınca, iman da yoktur.
İman etmek esas ise de…
Kalp ile inanmak, Müslümanlığın temeli olduğu gibi, amellerin de en üstünü budur. Resûlullah Efendimize işlerin en üstünü hangisidir diye soruldukta;
“Allah’a ve Resûl’üne inanmaktır” buyurduktan sonra, amentüyü okumuştur. Bu Hadîs-i Şerif Buhârîde yazılıdır.
İslâmiyet’te imanın esas olması, amellerin, ibadetlerin ehemmiyetini, önemini azaltmaz. Çünkü, amellerin yapılmasına sebep, imandır. Sebebin kuvvetli olması, neticeyi emniyet altına alır. İmanı kuvvetli olan bir Müslüman, amellere daha çok ehemmiyet verir. Müslümanların her farza, harama, her amele, her vazifeye de ayrı ayrı iman etmesi lazım olduğu için, günah işleyenler, imanlarının sarsılacağını, hatta gideceğini düşünerek titrerler. Hatta bir günahı işlemeyen kimse bile, o günaha ehemmiyet vermese, ne olurmuş dese, imanı gider kâfir olur. Bazı işleri imana katmak isteyen dinde reformcular, amellerin ehemmiyetini acaba bu kadar anlayabilmişler midir? Yalnız kalp ile inanmakla Müslümanlık olmayacağını, amellere, işlere bakmak lazım olduğunu söyleyenler, bu amellerin Allah için ve ahireti kazanmak için değil de, dünya için ve dünya saadeti için olmasını düşünüyorlar.
“Dinin emirlerini, yasaklarını kabul et, iman eyle de, bunları ister yap, ister yapma, artık bundan rahat bir şey olamaz” demeleri de yanlıştır. Çünkü, bu emir ve yasaklara ehemmiyet vermeyen kâfir olur.
İman, kalbin inanması demektir. Bunun hasıl olması için, önce ilim lazımdır. İlim ile amel başka başka şeydir. Amel, ilme pek lazım ise de, ikisi aynı şey olamaz.
Fransızların; “Bon penser et bien dire ne sert rien sans bien faire” atasözleri de, ilim ile ameli birbirinden ayırmaktadır. Yani, iyi düşünmek, iyi söylemek, iyi iş yapmadıkça, bir şeye yaramaz demişlerdir.
Fakat, dinimiz bu atasözüne karşı olarak iyilik yapmaksızın iyi düşünmek, yani yalnız iman etmek fayda verir demektedir.
Allahu Teâlâ cümlemizi Kendisine layık Kul, Habibine layık Ümmet eylesin. (Amin)