Yüzlerinden kan savrulan figürlerin televizyonlara yansıdığı dizi filmlerin ürkütücü sahnelerine de benzemiyordu o görüntüler!..
Hepsi birbirinden korkunç, hepsi birbirinden sarsıcı ve hepsi birbirini izleyen zincirleme öfkenin ölümle sonuçlanan oyunları değildi insanı tüketen şiddet sarmalı...
Paravan olarak kullanılan kitapevleri, silah saklanan camiler, medreseler, sinsi eylemlerin planlandığı hücre evleri, hedef seçilen kurbanlar, harekete geçirilen üç kişilik eylem grupları, Takarovlar, satırlar, sopalar ve saldırılar... saldırılar... saldırılar...
Güneydoğu'nun kuytularında; korkunun egemen olduğu caddelerde, sokaklarda çevresini sorgulayan ürkütücü gözler, hedef gösteren sarsıcı bakışlar ve planlar... planlar... planlar...
Kaçırılan insanlar, yer altında sorgulamayı bekleyen kurbanlar, domuz bağının kıskacında tutulan gariplere ağır işkenceler ve ölümler... ölümler... ölümler...
İşte tüm bu sarsıcı, ürkütücü, korkutucu; bazen öfke, bazen kan saçan ve sonu nihayetinde ölümle biten, Doğu'nun klasik şiddet manzaralarıydı bunlar...
TERÖRİST, KURBAN VE AJAN!..
Diyarbakır'da; bir zamanlar tarihî surların dibinde, kaçak çay satılan köhne kahvehanelerin derme çatma kürsülerine oturmuş üç kişi görüldüğünde, kuşku zihinlerde rotası belirsiz bir Takarov mermisi gibi oraya buraya savrulur dururdu...
Biri terörist, biri kurban ve biri de muhtemeldir ki ajandı onların...
Sadece Diyarbakır'da değil, Batman'dan Mardin'e kadar uzanan şiddet çizgisinin karanlığa bulanmış görüntüleri içerisinde, adına "faili meçhul" denilen sansasyonel eylemlerin çatıları oluşturulurken, işte yukarıdaki manzaralar birer tuğla gibi üst üste konulur ve nihayetinde en altındaki tuğla çekildiğinde de birileri ölürdü!..
Akşamın alacakaranlığında; Diyarbakır Dağkapı'da, sur dibinde, faili meçhulün her an cirit attığı Bağlar'da, Mardin'in gizemli taş sokaklarında, Batman'ın İpragaz Mahallesi'nde, köhnemiş dükkanların pas tutmuş kepenkleri gürültüyle indirildiğinde, sessizlik ortalığa hâkim olduğunda, tüm insanlar evlerine çekildiğinde, işte kurbanlar canlarını kurtarmak için köşe bucak kaçarken, gözcü- koruma-tetikçi üçgeninde çark oluşturan katiller eyleme geçerdi...
Sorgulanacaksa kurban bazen bir beyaz Toros'un, bazen bir minibüsün arkasına apar topar atılır, bir kırsal köyde, yer altındaki sorgu merkezine götürülür, orada aylar boyu sonunu beklerdi...
Örgüte göre imha edilmesi gerekenler ise işte o gözcü-koruma-tetikçi üçgeninden savrulan bir Takarov mermisinin ensesine savrulması ile yere düşer ve çığlığı Diyarbakır'ın, Batman'ın, Mardin'in sessizliğe bürünmüş sokaklarındaki son isyan olarak savrulur giderdi!.. Analar ağlardı sadece bu kahrolası ölümlerde ve gerideki her şey, kimin ya da kimlerin işine gelirse, faili meçhul kalırdı!..
FAİLİ MEÇHULLER, ÇÖKÜŞLER VE PARTİ!..
Kimler yoktu ki hedefte?.. Çayhane sahipleri, kasaplar, manavlar, öğretmenler, muhtarlar, Mehmet Sincar gibi vekiller, Namık Tarancı gibi gazeteciler, Gonca Kuriş gibi kadın aktivistlerle her kesimden kurbanların yüzlercesi...
Yeraltı sığınaklarında farelerin insafına terk edilen, zincirlenmiş mahzenlerde sorgulanırken ölümü bekleyenlerin ya da mezar evlerde iskeletleri sergilense de, yok olup gidenlerin sayısı hiç bilinmedi...
Sokaklarda satırla ya da Takarovlarla katledilenler, yüzlerine, bacaklarına kezzap atılanlar, camileri, medreseleri, kitapevlerini hücreleşmek için kullanırken, sayıları bazen binlerce ile ifade edilen militanlar vardı bu korkunç olayların arkasında...
Dinci terörün önce kendi arasındaki fraksiyonlarla, sonra PKK ile ardında da devletle çatıştığı 1990'lardan 2000'lere kadar giden süreçte Güneydoğu'da korkunun egemen olduğu sokaklarda, adına "faili meçhul" denilen cinayetlerin manzarası böyleydi işte...
Sonunda gazeteciler, siyasiler, esnaf, bürokrasi sindirildikten sonra, örgüte büyük darbe vuran Diyarbakır Emniyet Müdürü Ali Gaffar Okkan ve 5 polis memurunu şehit edebilecek kadar devletle çatışmaya giren bir örgüt hedefteydi artık...
Aylar boyu süren operasyonların sonucu sarsıcıydı;
Ortaya çıkartılan silah ve mühimmat depoları, deşifre olan binlerce militan, yurt dışına kaçarak IŞİD ve El Kaide saflarına geçen örgüt yöneticileri ve yakalanan binlerce Hizbullahçı...
Yazının başından itibaren yansıtılan ürkütücü manzaranın ortasındaki ahval ve şerâit, öfke, kavga, şiddet işkence ve ölüm (topuna faili meçhul) denilen kanlı eylemler ve geride kalan ise bazen "hizbulkontra" bazen de Hizbullah'tı...
Örgüt lideri Hüseyin Velioğlu'nun 17 Ocak 2000'deki İstanbul operasyonunda öldürülmesinin ardından büyük darbe alan Türk Hizbullahı'nın lider kadrosunun neredeyse tamamı cezaevine konulmuştu...
Ve 24 Ocak 2001'de Gaffar Okkan suikastının ardından yakalandıktan sonra cezaevine atılan yüzlerce Hizbullahçı yıllar sonra ilk kez birkaç gün önce gazetelere haber oldu...
Güneydoğu'da yıllar boyu korku saçan bir örgütün yol açtığı yukarıdaki manzaralardan 22 yıl sonra geride kalan sonuç Yeniçağ'ın bir haberinde de şöyle özetlenmişti;
"Cezaevinde Hizbullahçı kalmadı!.."
Nihayetinde Hizbullah silah bıraktı ve yıllar önce "Hüda-Par" adı altında partileşti...
Örgüt 20 yılı aşkın süredir ne PKK ile çatışıyor, ne de devletle...
Hatta Hüda-Par yanlıları, 6-7 Ekim 2014'teki Kobani olaylarında olduğu gibi, bazen PKK'nın korkunç eylemlerine kurban olmaktan da kurtulamıyor...
Evet; bir dönem Güneydoğu'yu kana bulayan şeriatçı kadroların özgürlüğüne kavuşmasının neyi haber verdiği, bundan sonra ahval ve şerâite yansıyacak manzaralarla ortaya çıkacaktır...
38 yıldır PKK'nın içinde bocaladığı çıkmaz da gösteriyor ki, insanlığın ve uygarlığın karşısında terörün ve şiddetin başarı şansı olmuyor...
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
Mehmet Faraç
Hizbullah 22 yıl sonra ne yapacak?..
Kanla barutun, dehşetle kaosun, terör ve vahşetin korku filmlerine nakşolan manzaraları değildi onlar...
Yüzlerinden kan savrulan figürlerin televizyonlara yansıdığı dizi filmlerin ürkütücü sahnelerine de benzemiyordu o görüntüler!..
Hepsi birbirinden korkunç, hepsi birbirinden sarsıcı ve hepsi birbirini izleyen zincirleme öfkenin ölümle sonuçlanan oyunları değildi insanı tüketen şiddet sarmalı...
Paravan olarak kullanılan kitapevleri, silah saklanan camiler, medreseler, sinsi eylemlerin planlandığı hücre evleri, hedef seçilen kurbanlar, harekete geçirilen üç kişilik eylem grupları, Takarovlar, satırlar, sopalar ve saldırılar... saldırılar... saldırılar...
Güneydoğu'nun kuytularında; korkunun egemen olduğu caddelerde, sokaklarda çevresini sorgulayan ürkütücü gözler, hedef gösteren sarsıcı bakışlar ve planlar... planlar... planlar...
Kaçırılan insanlar, yer altında sorgulamayı bekleyen kurbanlar, domuz bağının kıskacında tutulan gariplere ağır işkenceler ve ölümler... ölümler... ölümler...
İşte tüm bu sarsıcı, ürkütücü, korkutucu; bazen öfke, bazen kan saçan ve sonu nihayetinde ölümle biten, Doğu'nun klasik şiddet manzaralarıydı bunlar...
TERÖRİST, KURBAN VE AJAN!..
Diyarbakır'da; bir zamanlar tarihî surların dibinde, kaçak çay satılan köhne kahvehanelerin derme çatma kürsülerine oturmuş üç kişi görüldüğünde, kuşku zihinlerde rotası belirsiz bir Takarov mermisi gibi oraya buraya savrulur dururdu...
Biri terörist, biri kurban ve biri de muhtemeldir ki ajandı onların...
Sadece Diyarbakır'da değil, Batman'dan Mardin'e kadar uzanan şiddet çizgisinin karanlığa bulanmış görüntüleri içerisinde, adına "faili meçhul" denilen sansasyonel eylemlerin çatıları oluşturulurken, işte yukarıdaki manzaralar birer tuğla gibi üst üste konulur ve nihayetinde en altındaki tuğla çekildiğinde de birileri ölürdü!..
Akşamın alacakaranlığında; Diyarbakır Dağkapı'da, sur dibinde, faili meçhulün her an cirit attığı Bağlar'da, Mardin'in gizemli taş sokaklarında, Batman'ın İpragaz Mahallesi'nde, köhnemiş dükkanların pas tutmuş kepenkleri gürültüyle indirildiğinde, sessizlik ortalığa hâkim olduğunda, tüm insanlar evlerine çekildiğinde, işte kurbanlar canlarını kurtarmak için köşe bucak kaçarken, gözcü- koruma-tetikçi üçgeninde çark oluşturan katiller eyleme geçerdi...
Sorgulanacaksa kurban bazen bir beyaz Toros'un, bazen bir minibüsün arkasına apar topar atılır, bir kırsal köyde, yer altındaki sorgu merkezine götürülür, orada aylar boyu sonunu beklerdi...
Örgüte göre imha edilmesi gerekenler ise işte o gözcü-koruma-tetikçi üçgeninden savrulan bir Takarov mermisinin ensesine savrulması ile yere düşer ve çığlığı Diyarbakır'ın, Batman'ın, Mardin'in sessizliğe bürünmüş sokaklarındaki son isyan olarak savrulur giderdi!.. Analar ağlardı sadece bu kahrolası ölümlerde ve gerideki her şey, kimin ya da kimlerin işine gelirse, faili meçhul kalırdı!..
FAİLİ MEÇHULLER, ÇÖKÜŞLER VE PARTİ!..
Kimler yoktu ki hedefte?.. Çayhane sahipleri, kasaplar, manavlar, öğretmenler, muhtarlar, Mehmet Sincar gibi vekiller, Namık Tarancı gibi gazeteciler, Gonca Kuriş gibi kadın aktivistlerle her kesimden kurbanların yüzlercesi...
Yeraltı sığınaklarında farelerin insafına terk edilen, zincirlenmiş mahzenlerde sorgulanırken ölümü bekleyenlerin ya da mezar evlerde iskeletleri sergilense de, yok olup gidenlerin sayısı hiç bilinmedi...
Sokaklarda satırla ya da Takarovlarla katledilenler, yüzlerine, bacaklarına kezzap atılanlar, camileri, medreseleri, kitapevlerini hücreleşmek için kullanırken, sayıları bazen binlerce ile ifade edilen militanlar vardı bu korkunç olayların arkasında...
Dinci terörün önce kendi arasındaki fraksiyonlarla, sonra PKK ile ardında da devletle çatıştığı 1990'lardan 2000'lere kadar giden süreçte Güneydoğu'da korkunun egemen olduğu sokaklarda, adına "faili meçhul" denilen cinayetlerin manzarası böyleydi işte...
Sonunda gazeteciler, siyasiler, esnaf, bürokrasi sindirildikten sonra, örgüte büyük darbe vuran Diyarbakır Emniyet Müdürü Ali Gaffar Okkan ve 5 polis memurunu şehit edebilecek kadar devletle çatışmaya giren bir örgüt hedefteydi artık...
Aylar boyu süren operasyonların sonucu sarsıcıydı;
Ortaya çıkartılan silah ve mühimmat depoları, deşifre olan binlerce militan, yurt dışına kaçarak IŞİD ve El Kaide saflarına geçen örgüt yöneticileri ve yakalanan binlerce Hizbullahçı...
Yazının başından itibaren yansıtılan ürkütücü manzaranın ortasındaki ahval ve şerâit, öfke, kavga, şiddet işkence ve ölüm (topuna faili meçhul) denilen kanlı eylemler ve geride kalan ise bazen "hizbulkontra" bazen de Hizbullah'tı...
Örgüt lideri Hüseyin Velioğlu'nun 17 Ocak 2000'deki İstanbul operasyonunda öldürülmesinin ardından büyük darbe alan Türk Hizbullahı'nın lider kadrosunun neredeyse tamamı cezaevine konulmuştu...
Ve 24 Ocak 2001'de Gaffar Okkan suikastının ardından yakalandıktan sonra cezaevine atılan yüzlerce Hizbullahçı yıllar sonra ilk kez birkaç gün önce gazetelere haber oldu...
Güneydoğu'da yıllar boyu korku saçan bir örgütün yol açtığı yukarıdaki manzaralardan 22 yıl sonra geride kalan sonuç Yeniçağ'ın bir haberinde de şöyle özetlenmişti;
"Cezaevinde Hizbullahçı kalmadı!.."
Nihayetinde Hizbullah silah bıraktı ve yıllar önce "Hüda-Par" adı altında partileşti...
Örgüt 20 yılı aşkın süredir ne PKK ile çatışıyor, ne de devletle...
Hatta Hüda-Par yanlıları, 6-7 Ekim 2014'teki Kobani olaylarında olduğu gibi, bazen PKK'nın korkunç eylemlerine kurban olmaktan da kurtulamıyor...
Evet; bir dönem Güneydoğu'yu kana bulayan şeriatçı kadroların özgürlüğüne kavuşmasının neyi haber verdiği, bundan sonra ahval ve şerâite yansıyacak manzaralarla ortaya çıkacaktır...
38 yıldır PKK'nın içinde bocaladığı çıkmaz da gösteriyor ki, insanlığın ve uygarlığın karşısında terörün ve şiddetin başarı şansı olmuyor...