Ne güzeldi sabah kalkınca anamın yaptığı mercimek çorbasını içmek, ekmek aşından yemek ya da malhuta ile kahvaltı yapmak. Lapa lapa kar yağardı. Kışları okul önlüklerimizi giyer, cizlavet ayakkabılarımızı veya çizmelerimizi ayaklarımıza geçirir, beş kuruş harçlık alır, dama çıkar Ulucami'nin minaresinden saate bakar, vakti öğrenir, okula gitmek için evden çıkardık. O zamanlar herkeste saat yoktu. Yaşlılarda birer tane köstekli cep saati vardı.
Tahtadan bavul gibi çantalarımız vardı. Defterlerimizin kapları çimento torbalarının atılan kaba kağıtlarındandı. Çoraplarımız yamalıydı ama mendil ve çoraplarımız daima temizdi.
Sarayönü'ne gelince ya Abu Hayyat Amca'dan ya da Apaydın Amca'dan evden verilen günlük harçlıklarla -beş kuruşla- dağdağan, alıç ve kırık leblebi alırdık. Allah var, onlar da beş kuruşumuza bakmaz, kara önlüklerimizin iki ön cebini doldururlardı. Pek çoğumuzun babası esnaftı. Yazın çalışır kışın yerlerdi. Her güz mevsimi yani sonbaharda her ev kışlık eşyasını, erzakını alır, odununu kömürünü tamamlardı. Kömür deyince taş kömürü falan sanmayın. Bugün kebapçıların kullandıkları kömürden. Bunları mangallara koyar, körükle ateş oluncaya kadar kayardık. Zenginler tunç mangal, maddi durumu biraz düşük olanlar da normal teneke mangallar kullanırdı. Öyle şimdiki gibi doğalgaz, tüp, elektrik yoktu. Yemekler tandırlıkta pişirilir, evin hepsi yer sofrasında birlikte oturup yerlerdi. Herkese ayrı ayrı kaplarda yemek servisi yoktu. Ben bu yemeği sevmiyorum, bunu yemek istemiyorum demek de yoktu. Yoksa ağzının üstüne silleyi yedi mi bir daha ağzından söz çıkmazdı.
Urfa'da bir lise vardı, sabahları liseliler, öğleden sonra orta mektepliler gelirdi. Başka lise ve orta okul yoktu. Herkes okula gider, okuldan sonra da bir ustanın yanında şegirtlik yani çıraklık yapardı.
Bir baba ve oğulları aynı hayatlı evde otururlardı. Akşam ev halkı olan evliler, bekarlar aynı sofrada yemek yerlerdi. Yeni gelinler kayınbabalarıyla ve kayınlarıyla gelinlik yaptığı için ya onlara sırtını döner ya da ayrı yemek yerlerdi. Gelinler kayınbabalarıyla konuşmak için bir hediye beklerdi. Bu da aylar hatta yıllar da sürebilirdi.
İnsanlar yoksuldu. Elektrik çoğu evde yoktu. Tüp, gaz, televizyon, çamaşır, bulaşık makinaları yoktu. Çoğu evde akşam küllüğe konulan küllerle sabah çamaşır ve bulaşık yıkanırdı. Sofradan artan yemekler buzdolabı olmadığından ya tel dolaplarda korunur ya da su kuyularına sarkıtılarak korunurdu. Köyden şehire gelecek biri varsa o köyde kimin elbisesi en iyiyse onu giyer onunla gelirdi. O da haftada bir gün o köye kamyon uğrarsa. Öyle herkesin bilmem kaç takım elbisesi yoktu.
Yani biraz kıt kanaat geçinirdik ama kanaatkardık, bulduğumuza şükrederdik. Bugünkü gibi arabalarımız, katlarımız, yatlarımız yoktu ama mutuyduk. Koskoca bir şehirde herkes birbirini tanırdı. İnsanlar insanların dertleriyle ve sorunlarıyla beraber uğraşır, beraber çözerlerdi. Birlikte güler birlikte ağlardık.
Şimdi geriye bakınca o günleri arıyorum, o günleri özlüyorum.
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
Mehmet Fethi Göktepe
Çocukluk yılları
Ne güzeldi sabah kalkınca anamın yaptığı mercimek çorbasını içmek, ekmek aşından yemek ya da malhuta ile kahvaltı yapmak. Lapa lapa kar yağardı. Kışları okul önlüklerimizi giyer, cizlavet ayakkabılarımızı veya çizmelerimizi ayaklarımıza geçirir, beş kuruş harçlık alır, dama çıkar Ulucami'nin minaresinden saate bakar, vakti öğrenir, okula gitmek için evden çıkardık. O zamanlar herkeste saat yoktu. Yaşlılarda birer tane köstekli cep saati vardı.
Tahtadan bavul gibi çantalarımız vardı. Defterlerimizin kapları çimento torbalarının atılan kaba kağıtlarındandı. Çoraplarımız yamalıydı ama mendil ve çoraplarımız daima temizdi.
Sarayönü'ne gelince ya Abu Hayyat Amca'dan ya da Apaydın Amca'dan evden verilen günlük harçlıklarla -beş kuruşla- dağdağan, alıç ve kırık leblebi alırdık. Allah var, onlar da beş kuruşumuza bakmaz, kara önlüklerimizin iki ön cebini doldururlardı. Pek çoğumuzun babası esnaftı. Yazın çalışır kışın yerlerdi. Her güz mevsimi yani sonbaharda her ev kışlık eşyasını, erzakını alır, odununu kömürünü tamamlardı. Kömür deyince taş kömürü falan sanmayın. Bugün kebapçıların kullandıkları kömürden. Bunları mangallara koyar, körükle ateş oluncaya kadar kayardık. Zenginler tunç mangal, maddi durumu biraz düşük olanlar da normal teneke mangallar kullanırdı. Öyle şimdiki gibi doğalgaz, tüp, elektrik yoktu. Yemekler tandırlıkta pişirilir, evin hepsi yer sofrasında birlikte oturup yerlerdi. Herkese ayrı ayrı kaplarda yemek servisi yoktu. Ben bu yemeği sevmiyorum, bunu yemek istemiyorum demek de yoktu. Yoksa ağzının üstüne silleyi yedi mi bir daha ağzından söz çıkmazdı.
Urfa'da bir lise vardı, sabahları liseliler, öğleden sonra orta mektepliler gelirdi. Başka lise ve orta okul yoktu. Herkes okula gider, okuldan sonra da bir ustanın yanında şegirtlik yani çıraklık yapardı.
Bir baba ve oğulları aynı hayatlı evde otururlardı. Akşam ev halkı olan evliler, bekarlar aynı sofrada yemek yerlerdi. Yeni gelinler kayınbabalarıyla ve kayınlarıyla gelinlik yaptığı için ya onlara sırtını döner ya da ayrı yemek yerlerdi. Gelinler kayınbabalarıyla konuşmak için bir hediye beklerdi. Bu da aylar hatta yıllar da sürebilirdi.
İnsanlar yoksuldu. Elektrik çoğu evde yoktu. Tüp, gaz, televizyon, çamaşır, bulaşık makinaları yoktu. Çoğu evde akşam küllüğe konulan küllerle sabah çamaşır ve bulaşık yıkanırdı. Sofradan artan yemekler buzdolabı olmadığından ya tel dolaplarda korunur ya da su kuyularına sarkıtılarak korunurdu. Köyden şehire gelecek biri varsa o köyde kimin elbisesi en iyiyse onu giyer onunla gelirdi. O da haftada bir gün o köye kamyon uğrarsa. Öyle herkesin bilmem kaç takım elbisesi yoktu.
Yani biraz kıt kanaat geçinirdik ama kanaatkardık, bulduğumuza şükrederdik. Bugünkü gibi arabalarımız, katlarımız, yatlarımız yoktu ama mutuyduk. Koskoca bir şehirde herkes birbirini tanırdı. İnsanlar insanların dertleriyle ve sorunlarıyla beraber uğraşır, beraber çözerlerdi. Birlikte güler birlikte ağlardık.
Şimdi geriye bakınca o günleri arıyorum, o günleri özlüyorum.