Siyonist zulüm durmak bilmeden devam ediyor. İşgalci İsrail tarafından envai zulme maruz bırakılan Gazze halkı ise yeniden aç ve susuz bırakılarak Siyonizm’e teslim olmaya zorlanıyor.
Haber Giriş Tarihi: 12.03.2025 15:16
Haber Güncellenme Tarihi: 12.03.2025 15:17
Kaynak:
Haber Merkezi
https://www.sanliurfaolay.com/
Filistin Direnişi ve İşgalci İsrail arasında imzalanan ateşkes anlaşmasının ikinci merhalesine Netenyahu’nun tekrar savaşa dönme isteği sebebiyle geçilemezken, Gazze halkı da aç ve susuz bırakılarak diz çökmeye zorlanıyor.
Konu bağlamında Milli Gazete için yazı kaleme alan Filistinli yazar Dr. Emira Fuad Nahhal meseleyi birçok yönden ele aldı. İşte yazının tamamı;
‘’Gazze'ye yönelik devam eden saldırılar ışığında, Siyonist işgal rejimi kendisini sivillere ateş açmak veya onları insansız hava araçlarıyla hedef almak gibi doğrudan askeri operasyonlarla sınırlamamış, Gazze halkına karşı insani yardımı bir silah olarak kullanarak siyasi gündemine hizmet eden yeni bir gerçeklik dayatmayı amaçlayan sistematik politikalar benimsemiştir. Siyonist yetkililer de ateşkes çabalarını engelleme ve stratejik hedeflerine ulaşmayan her türlü ateşkes anlaşmasını reddetme niyetlerini açıkça ortaya koymuşlardır.
Siyonist Başbakan Netanyahu'nun “İsrail herhangi bir ateşkes anlaşmasından sonra savaşa devam edecektir.” şeklindeki açıklaması, Gazze'ye uygulanan kuşatmanın sadece bir baskı aracı olmadığını, aynı zamanda Gazze Şeridi'ni ekonomik ve insani olarak boğmayı, Filistin direnişini ve uluslararası toplumu işgalin koşullarına boyun eğmeye zorlamayı amaçlayan ‘’zorla aç bırakma mühendisliğinin’’ bir parçası olduğunu açıkça yansıtmaktadır.
İnsani yardımın durdurulması, gıda ve ilaç sevkiyatının engellenmesi sadece cezalandırıcı bir uygulama değil, aynı zamanda uluslararası yasaları açıkça ihlal ederek acıları bir pazarlık kozuna dönüştürmeyi amaçlayan kasıtlı bir siyasi stratejidir. Peki açlık, çatışmada yeni bir pazarlık aracı haline mi gelmiştir? İşgal, açlığı siyasi bir şantaj aracı olarak kullanmaya ne ölçüde devam edebilir?
Tarih boyunca açlık sadece savaş ve çatışmaların tesadüfi bir sonucu değil, aynı zamanda siyasi ve askeri hedeflere ulaşmak için kullanılan stratejik bir araç olmuştur. “Zorla aç bırakma mühendisliği” olarak adlandırılabilecek bu yaklaşım, halklara boyun eğdirmek, çatışan tarafları taviz vermeye zorlamak veya siyasi manzarayı egemen güçlerin çıkarlarına hizmet edecek şekilde yeniden şekillendirmek amacıyla gıda ve temel kaynak kıtlığına yol açan dikkatlice planlanmış koşullar oluşturmaya dayanır.
Çatışma ortamlarında açlık sessiz ama yıkıcı bir silah olarak kullanılmakta, gıda ve tıbbi malzemelere ciddi kısıtlamalar getirilmekte veya insani yardım erişimini engellemek için kritik altyapı vurularak hedef alınan toplulukların çöküşüne yol açılmaktadır. Bu uygulamalar sadece ekonomik yaptırımlar ya da askeri ablukaların ötesine geçerek siyasi gerçeklikleri daha güçlü olan tarafın vizyonuna göre yeniden şekillendirmek için sistematik bir mekanizma haline gelmektedir.
Filistin örneğinde, Gazze'ye yardımın durdurulması bu sistematik politikanın bir parçasıdır. Zira Siyonist işgal rejimi kuşatma ve açlığı sadece toplu cezalandırma olarak değil, aynı zamanda siyasi diktasını dayatmak için de bir araç olarak kullanmaktadır. Gıda ve tıbbi malzemelerin girişinin engellenmesi veya nüfusun asgari ihtiyaçlarını karşılamaya yetmeyecek surette sınırlandırılması, bu politikaların işgal rejiminin iddia ettiği gibi güvenlik önlemleri değil, direnişe baskı yapmak ve onu taviz vermeye zorlamak için kullanılan siyasi bir şantaj aracı olduğunu göstermektedir.
Gazze, açlığın siyasi bir araç olarak kullanıldığı tek vaka değildir. Tarih, büyük güçlerin kendi çıkarlarına hizmet etmek için her zaman açlık silahını kullandığını doğrulayan pek çok örneğe tanıklık etmiştir. Örneğin, İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazi güçleri Sovyetler Birliği'ni teslim olmaya zorlamak amacıyla Sovyet kenti Leningrad'a boğucu bir kuşatma uygulayarak yüz binlerce sivilin açlık ve soğuktan ölmesine neden olmuştur. Başka bir örnek Bangladeş'teki Büyük Kıtlık (1974) hadisesidir. Hindistan'daki İngiliz ekonomi politikaları ve daha sonra Pakistan'daki hükümet ihmali, yüz binlerce insanın ölümüne neden olan yıkıcı bir kıtlığa yol açmış, açlık sömürgeci kontrol ve siyasi baskı aracı olarak kullanılmıştır. Keza Suudi Arabistan liderliğindeki askeri koalisyon, iç savaş sırasında (2015'ten günümüze) Yemen'e deniz ve hava ablukası uygulamış ve BM raporlarına göre dünyadaki en kötü insani krize yol açmıştır. Abluka Husi hareketini askeri olarak zayıflatmayı amaçlasa da milyonlarca Yemenli arasında yaygın açlık ve hastalıklara yol açmıştır.
Bugün, kasıtlı aç bırakma politikaları uluslararası hukuk kapsamında bir savaş suçu olarak kabul edilmektedir. Cenevre Sözleşmeleri, açlığın bir savaş yöntemi olarak kullanılmasını yasaklamakta ve devletleri etkilenen bölgelere insani erişim sağlamakla yükümlü kılmaktadır. Ancak, büyük güçlerin cezasız kalması ve uluslararası suç ortaklığı, sivillerin sistematik kuşatma ve mahrumiyetin insafına terk edildiği Gazze'de olduğu gibi, bu uygulamaların devam etmesine izin vermektedir. Açlık, uluslararası çatışmalarda güç denklemlerini değiştirmek için kullanılan stratejik bir silah haline gelmiş ve “zorla aç bırakma mühendisliğini” modern çağın en tehlikeli siyasi araçlarından biri haline getirmiştir.
İşgal rejimi yardımı sivillerin asgari yaşam ihtiyaçlarını garanti altına alan temel bir hak olarak ele almak yerine, Filistinlilere diz çöktürmek ve onları kendi diktalarını kabul etmeye zorlamak için kullanılan siyasi bir şantaj aracı olarak kullanmaktadır. Zaten İsrail, Gazze'ye yardım girişini her zaman seçici kriterlere göre ele almış, gıda, ilaç ve yakıt akışını tamamen kontrol etmiş, siyasi ve askeri çıkarlarına göre bazen izin vermiş, bazen de engellemiştir. Gerilimin tırmandığı zamanlarda ise, yardımın askıya alınmasını, insani krizi daha da kötüleştiren ve sivilleri ekonomik ve sağlık felaketiyle karşı karşıya bırakan bir toplu cezalandırma aracı olarak kullanmaktadır. Bu politikanın amacı sadece direnişe baskı yapmak değil, aynı zamanda uluslararası toplumu nüfuzunu kullanarak Gazze halkını yardım akışını yeniden başlatmanın bir koşulu olarak siyasi tavizler vermeye zorlamaktır. Sadece bu da değil, yardımların kesilmesi Ocak ayında ateşkes kararı alındığı bir döneme denk gelmektedir. Halbuki Mart ayı başında ateşkesin ikinci merhalesinin başlaması gerekiyordu. Yani bu siyasi şantaj, askeri bir tırmanışın olmadığı bir zamanda yapılmaktadır. Bu da anlaşmalara ve sözleşmelere aldırış etmeyen bu işgalci rejimin alçaklığını göstermektedir.
Ne zaman müzakereler bir ateşkes sağlamaya yaklaşsa, işgal rejimi normal hayata dönüşün kendi koşullarının kabul edilmesine bağlı olduğunu göstermek için kuşatmayı tırmandırmaya başvurmaktadır. Son müzakerelerde de böyle oldu. İsrail, direnişi güvenlik ve siyasi tavizler vermeye zorlamak amacıyla yardımların ulaştırılmasını geciktirmiştir. Bu uygulamalar, yardımların kesilmesinin sadece idari bir tedbir olmadığını, Gazze'deki siyasi sahneyi açlık ve yoksullaştırma yoluyla yeniden şekillendirmeyi amaçlayan sistematik bir politika olduğunu ve Gazze ablukasını sadece askeri bir silah değil, işgal rejiminin iradesini Gazze halkına ve uluslararası topluma dayatmanın bir aracı haline getirdiğini ortaya koymaktadır.
Gazze'deki abluka artık sadece hareketin kısıtlanması ya da geçişlerin kontrol altına alınmasından ibaret değil. Aksine, temel altyapının tamamen çökmesi ve sivillerin hayatta kalmak için verdikleri günlük bir savaş haline geldi. Yardım akışının durdurulması, gıda ve ilaç girişine getirilen ciddi kısıtlamalarla birlikte insani kriz daha önce görülmemiş bir hızla kötüleşti. Gazze'de yaşam, işgalci rejimin kalıcı bir gerçeklik olarak yerleştirmeye çalıştığı sistematik bir insani felakete dönüştü. İşgalcilerin insani yardımları hedef alması ve temel ihtiyaç maddeleriyle yüklü kamyonların girişini engellemesinin ardından Gazzeliler bugün ciddi gıda sıkıntısıyla karşı karşıya. Fırınlar çalışmayı durdurdu, marketler neredeyse boşaldı, fiyatlar fırladı. Bu da milyonlarca insanın iki yakasını bir araya getirmesini günlük olarak yaşadıkları bir zorluk haline getirdi. İlaç ise, elektrik kesintileri ve yakıt sıkıntısı nedeniyle hastaneler hizmet veremez hale geldiği için nadir bulunan bir lüks haline geldi. Keza yaralıları ve hastaları tedavi etmek te bir mucize haline geldi.
İşgal rejimi yardımları engellemekle yetinmemiştir. Kalan altyapıyı da kasıtlı olarak tahrip etmiştir. İşgal rejimi Bakanı, Deyr el-Belah'taki merkezi su tesisinin elektriğini keserek Gazze Şeridi'ndeki susuzluk ve kirlilik krizini arttırmıştır. Elektrik şebekesinin yüzde 90'ından fazlasının tahrip edilmesiyle birlikte, arıtma tesislerinin çalışması neredeyse imkansız hale gelmiş ve özellikle de bu tesisleri çalıştırmak için gereken yakıt engellendiği için sivillerin hayatı tehlikeye girmiştir. Bu politikalar sadece savaşın sonuçları değil, Gazze'deki yaşamı her yönden boğarak yok etmeyi amaçlayan sistematik bir açlık ve susuz bırakma stratejisidir. Bu felaketin merkezinde en büyük bedeli ise çocuklar, hastalar ve yaşlılar ödemektedir. Bir zamanlar hastalarla dolup taşan hastaneler artık asgari düzeyde sağlık hizmeti bile veremez hale gelirken hayati önem taşıyan ilaçlar tükenmiş, elektrik kesintileri nedeniyle tıbbi ekipmanlar devre dışı kalmıştır. Özel süt ve besin maddelerine ihtiyaç duyan çocuklar ciddi yetersiz beslenme riskiyle karşı karşıya kalırken, diyaliz veya kemoterapiye ihtiyaç duyan hastalar arafta bırakılmıştır. Kronik hastalıklardan muzdarip yaşlılar ilaçsız kalmıştır. Aileler, hayatta kalmanın tüm unsurlarının tamamen çökmesi karşısında en temel ihtiyaçlarını bile karşılayamamaktadır.
Gazze'de yaşananlar sadece insani bir kriz değil, halkı açlık ve susuzlukla dize getirmeyi amaçlayan kasıtlı bir suçtur. İşgal rejimi Filistinlileri açlık ve susuzluğun baskısı altında teslim olmaya zorlamak amacıyla yardımların kesilmesini ve altyapının tahrip edilmesini bir siyasi baskı aracı olarak kullanmaktadır. Bu suçlara karşı uluslararası sessizlik, bu suçlara zımni bir katılımdır. Bu durum kuşatmayı kırmak ve çok geç olmadan kurtarılabilecekleri kurtarmak için acil eylem gerektirmektedir. Kuşatma devam ederken ve “zorla aç bırakma mühendisliği” politikası tırmanırken, geriye en önemli soru kalmaktadır: İşgal rejimi hedeflerine ulaşmayı başarabilecek mi? Filistin direnişi bu ölümcül denklemi bozabilecek mi?
İşgal rejimi, Gazze'yi aç bırakmanın siyasi ve askeri teslimiyete yol açacağına ve yeni acı bir gerçek dayatmanın Filistinlileri direnişten vazgeçmeye ve diktalarını kabul etmeye iteceğine inanmaktadır. Ancak geçmiş deneyimler bu politikanın hedeflerine ulaşmadığını, aksine tam tersi sonuçlar doğurduğunu kanıtlamaktadır. İşgal rejimi Filistinlileri zayıflatmak için açlık ve kısıtlamaları kullanmaya çalıştığı her seferinde, yanıt daha fazla kararlılık ve direniş olmuştur.
İşgal rejiminin fark etmediği şey, açlığın sadece bir baskı aracı değil, aynı zamanda sosyal ve siyasi bir patlama faktörü olduğudur. Bu, halkın öfkesini arttırmakta ve Siyonist uygulamaların reddedilmesi çemberini genişletmektedir ki bu da durumu hesaplanmamış bir tırmanışa doğru itebilecektir. Ayrıca kuşatmanın bu şekilde devam etmesi, işgali uluslararası kınamalara karşı savunmasız hale getirmekte ve özellikle aç bırakmayı tam teşekküllü bir savaş suçu olarak gören insan hakları savunucularının sayısının artmasıyla birlikte müttefikleri üzerindeki baskıyı arttırmaktadır. Bu gerçek karşısında Filistin direnişi, çatışmanın sadece askeri boyutla sınırlı olmadığını, kuşatmayı kırmayı ve işgal rejiminin yardımı bir şantaj aracı olarak kullanma politikasını engellemeyi de içerdiğini fark etmektedir.
Gazze'de yaşananlar sadece ekonomik bir kuşatma değil, Gazze Şeridi'ndeki yaşamın sınırlarını işgal rejiminin iradesine göre yeniden çizmeyi amaçlayan varoluşsal bir savaştır. Ancak, aç bırakma ve yerinden etme politikaları geçmişte başarısız olduğu gibi, Filistinlilerin kararlı iradesi bu planları bozmada belirleyici faktör olmaya devam edecek, abluka halkların iradesi ve küresel vicdan için bir sınav olmaya devam edecektir. Ya dünya sessiz kalmaya ve suç ortaklığı yapmaya devam ederek işgale suçlarını sürdürmesi için yeşil ışık yakacak ya da büyüyen öfke bu adaletsiz sistemi kırabilecek gerçek bir uluslararası eyleme dönüşecektir. Nihayetinde tarih Gazze'nin kan kaybedebileceğini ama yıkılmayacağını, açlığın insanları tüketebileceğini ama iradelerini ellerinden alamayacağını kanıtlamıştır.’’
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
Gazze halkı açlığın pençesinde!
Siyonist zulüm durmak bilmeden devam ediyor. İşgalci İsrail tarafından envai zulme maruz bırakılan Gazze halkı ise yeniden aç ve susuz bırakılarak Siyonizm’e teslim olmaya zorlanıyor.
Filistin Direnişi ve İşgalci İsrail arasında imzalanan ateşkes anlaşmasının ikinci merhalesine Netenyahu’nun tekrar savaşa dönme isteği sebebiyle geçilemezken, Gazze halkı da aç ve susuz bırakılarak diz çökmeye zorlanıyor.
Konu bağlamında Milli Gazete için yazı kaleme alan Filistinli yazar Dr. Emira Fuad Nahhal meseleyi birçok yönden ele aldı. İşte yazının tamamı;
‘’Gazze'ye yönelik devam eden saldırılar ışığında, Siyonist işgal rejimi kendisini sivillere ateş açmak veya onları insansız hava araçlarıyla hedef almak gibi doğrudan askeri operasyonlarla sınırlamamış, Gazze halkına karşı insani yardımı bir silah olarak kullanarak siyasi gündemine hizmet eden yeni bir gerçeklik dayatmayı amaçlayan sistematik politikalar benimsemiştir. Siyonist yetkililer de ateşkes çabalarını engelleme ve stratejik hedeflerine ulaşmayan her türlü ateşkes anlaşmasını reddetme niyetlerini açıkça ortaya koymuşlardır.
Siyonist Başbakan Netanyahu'nun “İsrail herhangi bir ateşkes anlaşmasından sonra savaşa devam edecektir.” şeklindeki açıklaması, Gazze'ye uygulanan kuşatmanın sadece bir baskı aracı olmadığını, aynı zamanda Gazze Şeridi'ni ekonomik ve insani olarak boğmayı, Filistin direnişini ve uluslararası toplumu işgalin koşullarına boyun eğmeye zorlamayı amaçlayan ‘’zorla aç bırakma mühendisliğinin’’ bir parçası olduğunu açıkça yansıtmaktadır.
İnsani yardımın durdurulması, gıda ve ilaç sevkiyatının engellenmesi sadece cezalandırıcı bir uygulama değil, aynı zamanda uluslararası yasaları açıkça ihlal ederek acıları bir pazarlık kozuna dönüştürmeyi amaçlayan kasıtlı bir siyasi stratejidir. Peki açlık, çatışmada yeni bir pazarlık aracı haline mi gelmiştir? İşgal, açlığı siyasi bir şantaj aracı olarak kullanmaya ne ölçüde devam edebilir?
Tarih boyunca açlık sadece savaş ve çatışmaların tesadüfi bir sonucu değil, aynı zamanda siyasi ve askeri hedeflere ulaşmak için kullanılan stratejik bir araç olmuştur. “Zorla aç bırakma mühendisliği” olarak adlandırılabilecek bu yaklaşım, halklara boyun eğdirmek, çatışan tarafları taviz vermeye zorlamak veya siyasi manzarayı egemen güçlerin çıkarlarına hizmet edecek şekilde yeniden şekillendirmek amacıyla gıda ve temel kaynak kıtlığına yol açan dikkatlice planlanmış koşullar oluşturmaya dayanır.
Çatışma ortamlarında açlık sessiz ama yıkıcı bir silah olarak kullanılmakta, gıda ve tıbbi malzemelere ciddi kısıtlamalar getirilmekte veya insani yardım erişimini engellemek için kritik altyapı vurularak hedef alınan toplulukların çöküşüne yol açılmaktadır. Bu uygulamalar sadece ekonomik yaptırımlar ya da askeri ablukaların ötesine geçerek siyasi gerçeklikleri daha güçlü olan tarafın vizyonuna göre yeniden şekillendirmek için sistematik bir mekanizma haline gelmektedir.
Filistin örneğinde, Gazze'ye yardımın durdurulması bu sistematik politikanın bir parçasıdır. Zira Siyonist işgal rejimi kuşatma ve açlığı sadece toplu cezalandırma olarak değil, aynı zamanda siyasi diktasını dayatmak için de bir araç olarak kullanmaktadır. Gıda ve tıbbi malzemelerin girişinin engellenmesi veya nüfusun asgari ihtiyaçlarını karşılamaya yetmeyecek surette sınırlandırılması, bu politikaların işgal rejiminin iddia ettiği gibi güvenlik önlemleri değil, direnişe baskı yapmak ve onu taviz vermeye zorlamak için kullanılan siyasi bir şantaj aracı olduğunu göstermektedir.
Gazze, açlığın siyasi bir araç olarak kullanıldığı tek vaka değildir. Tarih, büyük güçlerin kendi çıkarlarına hizmet etmek için her zaman açlık silahını kullandığını doğrulayan pek çok örneğe tanıklık etmiştir. Örneğin, İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazi güçleri Sovyetler Birliği'ni teslim olmaya zorlamak amacıyla Sovyet kenti Leningrad'a boğucu bir kuşatma uygulayarak yüz binlerce sivilin açlık ve soğuktan ölmesine neden olmuştur. Başka bir örnek Bangladeş'teki Büyük Kıtlık (1974) hadisesidir. Hindistan'daki İngiliz ekonomi politikaları ve daha sonra Pakistan'daki hükümet ihmali, yüz binlerce insanın ölümüne neden olan yıkıcı bir kıtlığa yol açmış, açlık sömürgeci kontrol ve siyasi baskı aracı olarak kullanılmıştır. Keza Suudi Arabistan liderliğindeki askeri koalisyon, iç savaş sırasında (2015'ten günümüze) Yemen'e deniz ve hava ablukası uygulamış ve BM raporlarına göre dünyadaki en kötü insani krize yol açmıştır. Abluka Husi hareketini askeri olarak zayıflatmayı amaçlasa da milyonlarca Yemenli arasında yaygın açlık ve hastalıklara yol açmıştır.
Bugün, kasıtlı aç bırakma politikaları uluslararası hukuk kapsamında bir savaş suçu olarak kabul edilmektedir. Cenevre Sözleşmeleri, açlığın bir savaş yöntemi olarak kullanılmasını yasaklamakta ve devletleri etkilenen bölgelere insani erişim sağlamakla yükümlü kılmaktadır. Ancak, büyük güçlerin cezasız kalması ve uluslararası suç ortaklığı, sivillerin sistematik kuşatma ve mahrumiyetin insafına terk edildiği Gazze'de olduğu gibi, bu uygulamaların devam etmesine izin vermektedir. Açlık, uluslararası çatışmalarda güç denklemlerini değiştirmek için kullanılan stratejik bir silah haline gelmiş ve “zorla aç bırakma mühendisliğini” modern çağın en tehlikeli siyasi araçlarından biri haline getirmiştir.
İşgal rejimi yardımı sivillerin asgari yaşam ihtiyaçlarını garanti altına alan temel bir hak olarak ele almak yerine, Filistinlilere diz çöktürmek ve onları kendi diktalarını kabul etmeye zorlamak için kullanılan siyasi bir şantaj aracı olarak kullanmaktadır. Zaten İsrail, Gazze'ye yardım girişini her zaman seçici kriterlere göre ele almış, gıda, ilaç ve yakıt akışını tamamen kontrol etmiş, siyasi ve askeri çıkarlarına göre bazen izin vermiş, bazen de engellemiştir. Gerilimin tırmandığı zamanlarda ise, yardımın askıya alınmasını, insani krizi daha da kötüleştiren ve sivilleri ekonomik ve sağlık felaketiyle karşı karşıya bırakan bir toplu cezalandırma aracı olarak kullanmaktadır. Bu politikanın amacı sadece direnişe baskı yapmak değil, aynı zamanda uluslararası toplumu nüfuzunu kullanarak Gazze halkını yardım akışını yeniden başlatmanın bir koşulu olarak siyasi tavizler vermeye zorlamaktır. Sadece bu da değil, yardımların kesilmesi Ocak ayında ateşkes kararı alındığı bir döneme denk gelmektedir. Halbuki Mart ayı başında ateşkesin ikinci merhalesinin başlaması gerekiyordu. Yani bu siyasi şantaj, askeri bir tırmanışın olmadığı bir zamanda yapılmaktadır. Bu da anlaşmalara ve sözleşmelere aldırış etmeyen bu işgalci rejimin alçaklığını göstermektedir.
Ne zaman müzakereler bir ateşkes sağlamaya yaklaşsa, işgal rejimi normal hayata dönüşün kendi koşullarının kabul edilmesine bağlı olduğunu göstermek için kuşatmayı tırmandırmaya başvurmaktadır. Son müzakerelerde de böyle oldu. İsrail, direnişi güvenlik ve siyasi tavizler vermeye zorlamak amacıyla yardımların ulaştırılmasını geciktirmiştir. Bu uygulamalar, yardımların kesilmesinin sadece idari bir tedbir olmadığını, Gazze'deki siyasi sahneyi açlık ve yoksullaştırma yoluyla yeniden şekillendirmeyi amaçlayan sistematik bir politika olduğunu ve Gazze ablukasını sadece askeri bir silah değil, işgal rejiminin iradesini Gazze halkına ve uluslararası topluma dayatmanın bir aracı haline getirdiğini ortaya koymaktadır.
Gazze'deki abluka artık sadece hareketin kısıtlanması ya da geçişlerin kontrol altına alınmasından ibaret değil. Aksine, temel altyapının tamamen çökmesi ve sivillerin hayatta kalmak için verdikleri günlük bir savaş haline geldi. Yardım akışının durdurulması, gıda ve ilaç girişine getirilen ciddi kısıtlamalarla birlikte insani kriz daha önce görülmemiş bir hızla kötüleşti. Gazze'de yaşam, işgalci rejimin kalıcı bir gerçeklik olarak yerleştirmeye çalıştığı sistematik bir insani felakete dönüştü. İşgalcilerin insani yardımları hedef alması ve temel ihtiyaç maddeleriyle yüklü kamyonların girişini engellemesinin ardından Gazzeliler bugün ciddi gıda sıkıntısıyla karşı karşıya. Fırınlar çalışmayı durdurdu, marketler neredeyse boşaldı, fiyatlar fırladı. Bu da milyonlarca insanın iki yakasını bir araya getirmesini günlük olarak yaşadıkları bir zorluk haline getirdi. İlaç ise, elektrik kesintileri ve yakıt sıkıntısı nedeniyle hastaneler hizmet veremez hale geldiği için nadir bulunan bir lüks haline geldi. Keza yaralıları ve hastaları tedavi etmek te bir mucize haline geldi.
İşgal rejimi yardımları engellemekle yetinmemiştir. Kalan altyapıyı da kasıtlı olarak tahrip etmiştir. İşgal rejimi Bakanı, Deyr el-Belah'taki merkezi su tesisinin elektriğini keserek Gazze Şeridi'ndeki susuzluk ve kirlilik krizini arttırmıştır. Elektrik şebekesinin yüzde 90'ından fazlasının tahrip edilmesiyle birlikte, arıtma tesislerinin çalışması neredeyse imkansız hale gelmiş ve özellikle de bu tesisleri çalıştırmak için gereken yakıt engellendiği için sivillerin hayatı tehlikeye girmiştir. Bu politikalar sadece savaşın sonuçları değil, Gazze'deki yaşamı her yönden boğarak yok etmeyi amaçlayan sistematik bir açlık ve susuz bırakma stratejisidir. Bu felaketin merkezinde en büyük bedeli ise çocuklar, hastalar ve yaşlılar ödemektedir. Bir zamanlar hastalarla dolup taşan hastaneler artık asgari düzeyde sağlık hizmeti bile veremez hale gelirken hayati önem taşıyan ilaçlar tükenmiş, elektrik kesintileri nedeniyle tıbbi ekipmanlar devre dışı kalmıştır. Özel süt ve besin maddelerine ihtiyaç duyan çocuklar ciddi yetersiz beslenme riskiyle karşı karşıya kalırken, diyaliz veya kemoterapiye ihtiyaç duyan hastalar arafta bırakılmıştır. Kronik hastalıklardan muzdarip yaşlılar ilaçsız kalmıştır. Aileler, hayatta kalmanın tüm unsurlarının tamamen çökmesi karşısında en temel ihtiyaçlarını bile karşılayamamaktadır.
Gazze'de yaşananlar sadece insani bir kriz değil, halkı açlık ve susuzlukla dize getirmeyi amaçlayan kasıtlı bir suçtur. İşgal rejimi Filistinlileri açlık ve susuzluğun baskısı altında teslim olmaya zorlamak amacıyla yardımların kesilmesini ve altyapının tahrip edilmesini bir siyasi baskı aracı olarak kullanmaktadır. Bu suçlara karşı uluslararası sessizlik, bu suçlara zımni bir katılımdır. Bu durum kuşatmayı kırmak ve çok geç olmadan kurtarılabilecekleri kurtarmak için acil eylem gerektirmektedir. Kuşatma devam ederken ve “zorla aç bırakma mühendisliği” politikası tırmanırken, geriye en önemli soru kalmaktadır: İşgal rejimi hedeflerine ulaşmayı başarabilecek mi? Filistin direnişi bu ölümcül denklemi bozabilecek mi?
İşgal rejimi, Gazze'yi aç bırakmanın siyasi ve askeri teslimiyete yol açacağına ve yeni acı bir gerçek dayatmanın Filistinlileri direnişten vazgeçmeye ve diktalarını kabul etmeye iteceğine inanmaktadır. Ancak geçmiş deneyimler bu politikanın hedeflerine ulaşmadığını, aksine tam tersi sonuçlar doğurduğunu kanıtlamaktadır. İşgal rejimi Filistinlileri zayıflatmak için açlık ve kısıtlamaları kullanmaya çalıştığı her seferinde, yanıt daha fazla kararlılık ve direniş olmuştur.
İşgal rejiminin fark etmediği şey, açlığın sadece bir baskı aracı değil, aynı zamanda sosyal ve siyasi bir patlama faktörü olduğudur. Bu, halkın öfkesini arttırmakta ve Siyonist uygulamaların reddedilmesi çemberini genişletmektedir ki bu da durumu hesaplanmamış bir tırmanışa doğru itebilecektir. Ayrıca kuşatmanın bu şekilde devam etmesi, işgali uluslararası kınamalara karşı savunmasız hale getirmekte ve özellikle aç bırakmayı tam teşekküllü bir savaş suçu olarak gören insan hakları savunucularının sayısının artmasıyla birlikte müttefikleri üzerindeki baskıyı arttırmaktadır. Bu gerçek karşısında Filistin direnişi, çatışmanın sadece askeri boyutla sınırlı olmadığını, kuşatmayı kırmayı ve işgal rejiminin yardımı bir şantaj aracı olarak kullanma politikasını engellemeyi de içerdiğini fark etmektedir.
Gazze'de yaşananlar sadece ekonomik bir kuşatma değil, Gazze Şeridi'ndeki yaşamın sınırlarını işgal rejiminin iradesine göre yeniden çizmeyi amaçlayan varoluşsal bir savaştır. Ancak, aç bırakma ve yerinden etme politikaları geçmişte başarısız olduğu gibi, Filistinlilerin kararlı iradesi bu planları bozmada belirleyici faktör olmaya devam edecek, abluka halkların iradesi ve küresel vicdan için bir sınav olmaya devam edecektir. Ya dünya sessiz kalmaya ve suç ortaklığı yapmaya devam ederek işgale suçlarını sürdürmesi için yeşil ışık yakacak ya da büyüyen öfke bu adaletsiz sistemi kırabilecek gerçek bir uluslararası eyleme dönüşecektir. Nihayetinde tarih Gazze'nin kan kaybedebileceğini ama yıkılmayacağını, açlığın insanları tüketebileceğini ama iradelerini ellerinden alamayacağını kanıtlamıştır.’’
Kaynak: Milli Gazetesi
En Çok Okunan Haberler