olay reklam sol
ufuklar koleji sol
Şanlıurfa
18 Ekim, 2024, Cuma
  • DOLAR
    34.07
  • EURO
    37.74
  • ALTIN
    2733.2
  • BIST
    9833.22
  • BTC
    57623.74$
olay köşe yazısı üstü

Bu diyar baştanbaşa

04 Mart 2015, Çarşamba 08:10

Hafta sonu uzun süredir hastanede tedavi gören ünlü yazar Yaşar Kemal’in ölümü ile hüzünlendik. Yaşar Kemal romanlarında Anadolu’nun en masum, en saf, en gaddar, en zalim yönünü anlattı hep. İdealin gerçekten daha doğru olduğunu söyleyen Roger Garaudy’e göre Don Kişot, Jul Sezar’dan, Napolyon’dan bile daha gerçektir.  Yaşar Kemal’in doğrusu ise İnce Memed’dir. Yaşar Kemal’in eserlerinde ortaya koyduğu kişilik Anadolu insanıdır. İnce Memed’de, Abdi Ağa’da Anadolu’nun insanlarıdır. Her ne kadar idealize edilen İnce Memed olsa da zalim Abdi Ağalar bu ideali hep canlı tutar.    

 Bir edebiyatçı veya bir sanatçı sadece ortaya koydukları değildir. Ortaya koyduklarıyla aynı zamanda yaşadığı toplumun kültürel kodlarının yazılmasında önemli bir bireydir. Bu yönüyle Yaşar Kemal bizlerin bilinç altıdır ve kültürel geçmişimizdir.

 İşte o Yaşar Kemal bu hafta sonu öldü. Arkasında onlarca eser bırakan yazar yazılması gereken başka eserleri diğer yazarlara emanet vasiyet ederek aramızdan ayrıldı.

 Her ne kadar çok ünlü bir roman yazarı olarak tanınsa da Yaşar Kemal aynı zamanda çok güzel gezi yazıları yazmıştır. 1955 yılının Temmuz ayında Urfa’ya yaptığı gezide bu yazılar arasındadır. Bu Diyar Baştanbaşa isimli eserinin, “ Kutsal Balıklar ve Ceylanlar Şehri Urfa”  başlığı altında kalem oynattığı yazısında ustaca gözlemlerini aktaran yazar ortaya gerçek bir vesika koymuş.

  “Ne kadar gün ışığı varsa hepsini bir araya toplamışlar getirip Urfa’nın üstüne aktarmışlar… Elle tutulur, taş gibi ağır, kıpkırmızı bir sıcak çökmüştü… Ne kadar gün ışığı varsa… Yalan değil.”

“Urfa ceylan, Urfa efsane, Urfa Arap at, Urfa güzel gözlü, Urfa garip dost insanlar yatağı… selam olsun Urfa’ya.”

GÜMRÜK HANI

Hafta sonu arkadaşlarla Urfa’nın eski sokaklarını dolaştık. Son durağımız çoğu zaman olduğu gibi Gümrük Hanı idi.  Kanuni Sultan Süleyman zamanında yapılan bu han her zaman ilgimi çekmiştir. Yaşayan bir mekan burası.  Bir insan hassasiyeti varmış gibi geliyor bana. Nefes alıyor, üzülüyor, seviniyor, mahzunlaşıyor.

 Gümrük Han mahzun ve kırgın zannımca. Çünkü pislik içinde. İçinden akan küçük su leş gibi. Çay içmek için bir masaya oturduk. Çay dağıtan garson arkadaşların saçları sakalları birbirine karışmış. Çay şekeri için masa üstüne bırakılmış bir kap var. Kapağını açmak cesaret istiyor. İçinden ne çıkacağı belli değil. Topaklanmış toz şeker içinde susam taneleri var. Şeker beyaz değil artık. Islak kaşıklar şekeri kırmızımsı topaklar haline getirmiş. Masaların üstü kir pas içinde. Çay bardaklarının kenarları leş gibi görünüyor. Sanrım bardaklar yıkanmıyor bile toplanan bardaklar zannımca sadece suyla çalkalanıp tekrar hizmete sunuluyor. Çayın tadını ise hiç söylemiyim.

 Gerçi bu çay şekeri problemi sadece Gümrük Han’da ki çayevlerinin sorunu değil. Bizim resmi kurumlarımızda da şeker kapları oldukça iğrenç bir durumda. Nedense bu tarz detayları gözden hep kaçırıyoruz. Velhasıl çok temiz bir toplum değiliz.

 Biz yine Gümrük Han’a dönelim. Hangi belediye ilgileniyor bilmiyorum ama kim ilgileniyorsa ilgilensin birileri bu duruma bir el atsın. Yazık günah. Bir standarta sahip olmalı buralar. Daha sık denetlenmeli. Garsonundan, masasına, çay bardağından, şeker kabına kadar her şeyin temiz olmasına dikkat edilmeli. Bu kadarını hak ediyoruz.